Türkiye'de para ve bir ölçüde
sermaye piyasalarında küresel düşünme ve
değerlendirme alışkanlığı yerleşti, ancak vergi ve
hukuk gibi disiplinlerde henüz böyle bir perspektife
pek sahip değiliz. Bu, biraz da sık sık değindiğimiz
özel sektörümüzün kendini dönüştürme sürecinin henüz
başlangıcında olmasından ve küresel ölçekte faaliyet
gösteren Türk şirketi sayısının azlığından
kaynaklanıyor. Ancak bu aşamada bile, bir yandan
uluslararası şirketlerin Türkiye'ye girişinin
artması, diğer yandan onlarla ortaklık kuran Türk
şirketlerinin pasif ortak değil aktif ortak olmak
için ihtiyaç duyduğu zihniyet değişikliği bu alanda
da hızlı bir değişimi zorunlu kılıyor. Üstelik kamu
otoritesinin Türk ekonomisinin rekabet gücünü
artırmak ve ülkeye daha fazla kaynak çekmek için
bütün dünyadaki ve özellikle sermaye ihracatçısı
ülkelerdeki mevzuat değişikliklerini yakından
izlemesi ve ona göre pozisyon alması gerekiyor.
Mali mevzuatın artan önemi
1980'lerden ve özellikle
1990'lardan sonra teknolojide ve iş hayatındaki
değişiklikleri mali mevzuatın aynı hızla
izleyememesi, bunun da yatırımın maliyetini artırıp
cazibesini azaltan bir faktör haline dönüşmesi
küresel ölçekte iş yapan şirketlerin stratejik
planlarında ve ulusal hükümetlerin icraat
programlarında mevzuatı öne taşıdı. Bununla birlikte
her ülke için farklı olan ekonomik gelişme düzeyi,
hukuk güvencesi, rekabetçi piyasalarının kapsamı ve
derinliği, insan kaynakları, teknoloji ve
yenilikçilik derecesi gibi pek çok değişken, mevzuat
konusundaki öncelikleri ve hedefleri farklı kılıyor.
Aşağıda dünyanın çeşitli bölgelerinde canlılığını
koruyan vergi gündemlerinden örnekler ile bunu biraz
daha açmaya çalışalım.
Gelişmiş Batı ülkelerinde
durum
Ekonomik büyüklüğü ve
çokuluslu şirketlerinin çokluğuyla bütün dünya
piyasalarını etkileyen ABD'de uzun yıllar sonra
kongreye hakim olan demokratlar, Bush'un lehte
tavrına alışan iş dünyasında tedirginlik yaratıyor.
Şimdiden kesinleşen bir husus, vergi yasamasının
tarafsızlığı, yani her vergi indiriminin mutlaka bir
harcama kesintisi ile dengelenmesi ilkesine geri
dönüleceği; bu çerçevede başta enerji olmak üzere
sektörel vergi avantajlarının kaldırılması
bekleniyor. Vergi kaçağının azaltılması ve yurtdışı
iştirak kazançlarındaki vergi ertelemesi vb.
kurumlar vergisi tavizlerine son verilmesi gibi
niyetler ise bir yandan geleneksel demokrat
seçmenler olan küçük işletmeleri huzursuz etme
kaygısına, diğer yandan Amerikan şirketlerinin
dünyadaki rekabet gücünü azaltma eleştirisine
çarpacak gibi görünüyor. Ama en etkin vergi
idaresine sahip ABD'de bile vergi, en sıcak tartışma
konularından biri olmaya devam ediyor.
Avrupa Birliği'ne gelince,
AB Komisyonu'nun çabalarına rağmen dolaysız
vergilerde bir harmonizasyon mümkün görünmüyor.
Bunun yerine ülkeler arası zarar mahsubu, stopaj,
veraset vergileri ve zararlı vergi rekabeti gibi
konularda koordinasyon ve Avrupa Adalet Divanı
kararları yoluyla uyumu artırmaya çalışılıyor.
Ülkeler itibariyle bakıldığında Almanya ve
Hollanda'da yatırım çekmeye yönelik vergi reformları
yapılırken, Fransa giderek daha pragmatik ve
rekabetçi bir sisteme yöneliyor ve beş yıl içinde
kurumlar vergisi'ni yüzde 20'ye indirme taahhüdüne
giriyor. Buna karşılık Polonya gibi yeni üyelerde
tutarlı bir vergi reformu yerine tutarsız mevzuat
değişiklikleri ve karmaşık usul kuralları var.
İngiltere'de ise yatırım ortamının diğer unsurları
ve vergi idaresi o kadar iyi ki, diğer ülkeler gibi
vergi oranında bir indirime ihtiyaç duyulmuyor;
ancak orada da mevzuatı sadeleştirmek ve yurtdışı
iştirak gelirlerinde muafiyet rejimine geçmek gibi
liberal gelişmeler muhtemel görünüyor.
Yükselen ekonomiler
Bizim de içinde olduğumuz
yükselen ülkeler grubunun iki büyük temsilcisinden
Rusya, vergi sistemini OECD ülkelerindeki modern
kurumlar ve kavramlar ile geliştiriyor; ayrıca AR-GE
harcamalarının ve arsa maliyetlerinin vergiden
düşülmesi gibi teşvikler koyuyor. Parlamentoya
sunulan "sabit sermaye yatırımları ve yabancı
sermaye" kanunu ile teknoloji yoğun belirli yatırım
projeleri mevzuat değişikliklerine karşı korunuyor.
Bu arada en fazla şikayet konusu olan vergi
idaresinin sorumsuz ve keyfi uygulamaları konusunda
da reform beklentisi var.
Çin'e gelince, 1994'ten
beri yürürlükte olan ve yıllık 60 milyar dolar
yabancı sermaye girişine yol açan ikili (yabancı
sermayeli şirketlere yüzde 12, yerli şirketlere
ortalama yüzde 24) vergi sistemini 2008 başından
itibaren yüzde 25'lik bir oranda birleştiriyor.
Ancak yabancı şirketler için 5 yıllık bir intibak
süreci olacak; ayrıca yüksek teknoloji ve çevre
koruma gibi belirli sektörlerde ve bölgesel özel
teşvikler devam edecek. Değişikliğin temelinde,
Çin'de artık yatırım ortamının vergi artışından
olumsuz etkilenmeyecek kadar iyileştiğine olan güven
var. Bu arda Çin'de yüzde 100 yabancı sermayeli
şirketlerin sadece yüksek teknoloji ve çevre koruma
alanında 2004'ten beri kabul edildiğini, onun
dışında çoğu yabancı yatırımda Çinli şirketlerle
ortaklığın gerektiğini hatırlatalım. Yabancılar için
pozitif ayrımcılığın sona erdirilmesinde Çin'in
cazip yatırım ortamının yanında, artık palazlanan ve
dışa açılan yerli şirketlerin eşit muamele isteğinin
de payı olduğu söylenebilir.
Latin Amerika'da ise
sosyalist iktidarların millileştirme hevesleri,
vergi reformu ihtimalini zayıflatıyor ve sadece
yetersiz vergi idarelerine daha fazla yetki
beklentisi yaratıyor.
En liberalleri olan Uruguay
bile vergi cenneti olmaktan vazgeçiyor.
Son olarak, bütün ülkelerde
transfer fiyatlamasının vergi idaresinin en fazla
odaklandığı konu olduğunu belirtelim.
Son yıllarda Türkiye'nin
tutarlı bir reform çabasına giriştiği ve olumlu
değişmeler gerçekleştirerek dinamik ve yatırım dostu
bir görünüm sergilediğini (istihdam maliyeti vb.
eksikliklere rağmen) sevinerek not etmeliyiz. Bu
bakımdan vergi alanında Avrupa Birliği ve Latin
Amerika'dan çok daha net ve tutarlı bir çizgi
izlediğimiz söylenebilir.
Adnan Nas
adnan.nas@tr.pwc.com
dünya online / 14.08.2007 |