Bilmeden ve istemeden “VERGİ KAÇIRMAK” mı?
Vergi, ticari ve mesleki
faaliyet gösteren, ücret geliri elde edenleri rahatsız
eden bir olgudur. Kişiler, yıl boyunca elde ettikleri
gelirlerin bir kısmından vazgeçmek gibi bir zorunluluğu
pek hazzetmezler ve mümkün mertebe vergiden kaçma isteği
içinde hareket ederler.
Kanunların izin verdiği ölçüde kişiler vergiden
kaçınabilir ve gelirlerinin bir kısmını vergi dışında
tutabilir. Ancak, kanunun izin vermediği ve yasakladığı
yöntemlere başvurarak vergiden kaçmak büyük bir
sorumluluk altına girmek ve suç işlemektir. Sonuçları
itibariyle de kişiler için ağır olabilir
Peki, böyle bir durumda kişiler yine de vergi kaçırmak
ister mi?
Sorunun cevabı, “bilmeyerek ve istemeyerek” kaçırmaktır.
Eğer ülkede, vergi mevzuatı vergi adaletini
sağlayamayacak derecede tutarsız ve verginin
kaçırılmasına neden olabilecek derecede yetersiz ve
muğlâksa, vergi oranları vergi adaletini yıkacak
derecede ölçüsüz ve yüksekse, ülkede vergi denetimine
gereken ilgi ve özen gösterilmiyor ve umursanmıyorsa,
elbetteki vergi kaçırmaya eğilimli mükellefler böyle bir
fırsatı kaçırmayacaktır.
Mükellefler elde ettikleri gelirleri gizlemek için temel
olarak ya “belgesiz mal ve hizmet alım satımı
faaliyetinde bulunacaklar” ya da halk tabiriyle naylon
fatura denen “Sahte ve Muhteviyatı itibariyle yanıltıcı
belge” kullanacaklardır.
Ülkemizde her iki yöntemde yoğun olarak kullanılmakta ve
ekonomimizdeki kayıtdışı ticari faaliyetler nedeniyle
kaçırılan vergi inanılmaz boyutlara ulaşmaktadır. Eldeki
sabit veriler ve yapılan basit hesaplamalarla bile
tespit edilen kayıtdışılık 100 milyar TL civarında
olduğu tahmin edilmektedir. Kaldı ki kayıtdışılık
üzerine yapılacak derin analizler neticesinde bulunacak
kayıtdışılık miktarı bile insanı şoka sokacak derecede
yüksek olacaktır.
Yüksek kayıtdışılığın temel sebebi, ülkede kullanılan
sahte fatura miktarının yoğunluğu ve buna yönelik
tedbirlerin yetersizliğidir. Elbetteki 213 sayılı
V.U.K.’un 359 uncu maddesi bunun için gerekli yasal
düzenlemeyi göstermektedir. Ancak söz konusu kanun
maddesi de 306 sıra no’lu V.U.K. Genel Tebliğinde de
açıklandığı üzere “bilmeden ve istemeden sahte fatura
kullanımı” ibareleri ile delinmiş görünmektedir.
“Bilmeyerek ve istemeyerek sahte fatura kullanımı”, 213
sayılı V.U.K.’un 359 uncu maddesi kapsamında tanımı
yapılmış olan sahte faturaların kullanımında kast unsuru
olmaksızın tamamen iyiniyet kuralları içinde, ticari
faaliyetleri nedeniyle mükellefin yapmış olduğu mal veya
hizmet alımında sahte olduğunu bilemediği faturaların
yasal defterlerine kaydetmesi ve söz konusu faturada
gösterilen tutarları vergi uygulaması bakımından gider
ve maliyet unsuru olarak kullanmasıdır.
Söz konusu sahte faturaları kullanan mükellefler,
faturanın yapısı ve mahiyeti itibariyle sahte olarak
düzenlendiğini bilemeyeceğini öne sürmektedir.
Ancak, Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu'nun
17.03.1986 tarih ve E.1985/9-462 ve K. 1986/25 sayılı
kararında 'Vergi ziyaına sebebiyet verecek biçimde
tahrif edilmiş veya sahte olarak düzenlenmiş bir çok
belgeyi kullanan kişinin bu belgenin niteliğini bildiği
kabul edilir.' denilmektedir.
Yani, söz konusu kararda ticari faaliyetle iştigal olan
mükelleflerin kullandıkları faturaların gerçekte
mahiyetini bilebilecek durumda olduklarını, faturaların
sahte olması durumunu bilememelerinin ticari teamüllere
uygun olmadığını söylemektedir.
Başka bir ifade ile, ticari faaliyet gösteren vergi
mükellefleri, hem muhasebe hizmetleri hem de vergisel
danışmalık hizmeti veren Mali müşavirleri ile sıkı
işbirliği içinde hareket etmeleri nedeniyle, söz konusu
faturalarının yapı ve mahiyet itibariyle sahte olduğu
gerçeğini bilemeyecekleri yani mükellefin iyiniyetle
hareket ettiği savını çürüten bir yargı kararıdır.
Dolayısıyla mükelleflerin vergi yargısı ile ceza
yargısında, faturaların sahte olması nedeniyle “bilmeden
ve istemeden kullandığını” ispat etme külfeti 213 sayılı
V.U.K. 3/B madde hükmü gereğince hem mükellefe hem de
müteselsil sorumlu durumundaki mali danışmanına
düşecektir.
Ayrıca, “bilmeden ve istemeden sahte fatura kullanımı”
argümanı, vergi kaçırma teşebbüsü sekteye uğrayan
mükelleflerin vergi idaresine ve inceleme elemanlarına
yaptıkları bahane dolu bir savunma yöntemidir.
Dolayısıyla, her vergi kaçırma teşebbüsünde yakalanma
durumunda bulunan mükelleflerce, yapılan tespitlere
rağmen vergi kaçakçılığı suçundan sıyırabileceği bir
argüman olarak kullanılmaya devam edilecektir.
Diğer yandan, son zamanlarda vergi inceleme
elemanlarının hem yargı kararları hem de vergi
incelemeleriyle yaptıkları tespitler nedeniyle sahte
belge incelemelerindeki “bilmeden ve istemeden sahte
belge kullanma” argümanına pek rağbet etmedikleri,
yapılan vergi incelemelerinde mükellefin kasıtlı olarak
sahte fatura kullandığı yönünde vergi tekniği ve vergi
suçu raporları tanzim etmeye başladıkları görülmektedir.
Diğer taraftan, vergi yargısını kandırma amaçlı olarak
gerçek bir mal hareketi varmış gibi bankalara yapılan
mal ve hizmet bedellerine yönelik her türlü parasal
işlemler ile çek tahsilâtları da vergi inceleme
elemanlarınca gözaltına tutularak olayın gerçek
mahiyetinin ortaya çıkarılmasına yönelik incelemelere
yönelmişlerdir.
Sonuç olarak, ticari faaliyetleri nedeniyle sahte belge
kullanmış olabilecek mükelleflerin 213 sayılı V.U.K.’un
371 inci maddesindeki Pişmanlık ve ıslah hükümlerinden
faydalanarak neden oldukları vergi ziyalarını telafi
etmeleri kendi lehlerine bir durum olacaktır. Böylece
vergi mükellefleri, ticari faaliyetlerin de temiz bir
sayfa açarak gelecekte karşılaşacakları olası vergi
kaçakçılığı suçlamalarına karşı tedbirlerini almış
olacaklardır.
Ramazan AKTAŞ
Vergi
Denetmeni
ramazan.aktas@vergianaliz.net
02.03.2009
www.muhsebenet.net
-Diğer makaleleri
-Vergi
Mükellefi Yoksulluk Sınırında !
16.02.2009)
-Vergi
Adaleti ile “UZLAŞMA” !
(10.02.2009)
-Şumulsüz
Vergi İstisnaları
..(26.01.2009)
-E-ticarette
Kayıtdışılık Önlenebilir mi ?
(20.01.2009)
-Diğer
makaleleri için tıklayınız
|