Ücretlilerde Beyan Usulüne Geçiş
Mümkün müdür ?
Ticari faaliyetlerin
temelinde yatan unsur, kar maksimizasyonu yani yüksek
kazanç elde etme isteğidir. Yüksek kazanca ulaşmanın
temel yolu da kazancın ana kaynağı olan insanlara ait
gelirden pay alma almaktır. Bu amaçla ticari faaliyette
bulunanlar, insan ihtiyaçlarını en kısa sürede ve en iyi
şekilde sağlama iddiasında bulunarak insanların sahip
olduğu gelirden pay almaya çalışırlar.
İnsanlar genelde farklı kaynaklardan gelir elde ederler.
Ülkemizde elde edilen gelir, kaynak açısından farklı bir
sınıflandırmaya tabi tutulmuştur. 193 sayılı Gelir
Vergisi Kanunun 2. maddesinde söz konusu gelir türlerini
“Ticari Kazançlar, Zirai Kazançlar, Ücretler, Serbest
Meslek Kazançları, Gayrımenkul Sermaye İratları, Menkul
Sermaye İratları ve Diğer Kazanç ve İratlar “ şeklinde
sınıflandırmıştır.
Bilindiği üzere elde edilen gelirlerin
vergilendirilmesinde usul açısından vergi sistemimiz
Beyan Usulü ile Kaynakta Kesinti Usulü benimsenmiştir.
Yukarıda sayılan yedi gelir grubunun altısı bazı istisna
hükümleri haricinde genelde Beyan Usulünde
vergilendirilmektedir. Diğer yandan bu yedi gelir grubu
193 sayılı Gelir Vergisi Kanununun 94. maddesi hükmü
gereği kaynakta kesinti yöntemi de öngörülmüştür. Türk
vergi sisteminde, yedi gelir unsurundan yine aynı
kanunun 16. maddesinde sayılanlar dışında, sadece
“Ücretler” grubu kaynakta kesinti yöntemi ile
vergilendirilmesi öngörülmüştür.
Beyan Usulüne göre vergilendirme yönteminde, mükellefler
bir takvim yılı itibariyle elde ettikleri gelirlerinden,
vergi kanunların öngördüğü giderleri ve indirimleri
yaptıktan sonra kalan safi tutar üzerinden
vergilendirilirler. Dikkat edilirse, söz konusu gider ve
indirimleri yapanlar yine elde ettiği geliri beyan eden
mükelleflerdir. Bu noktada önemli olan husus,
mükelleflerin geliri elde ederken yaptıkları giderleri
ve masrafları gelirinden indirme imkânının ve
dolayısıyla vergisel sorumluluğu da kanunla
sağlanmasıdır.
Kaynakta kesinti yönteminde ise, vergilendirme gelirin
brüt tutarı üzerinden yapılmaktadır. Yani, vergilendirme
esnasında mükellef elde ettiği gelirden yapmış olduğu
gider ve harcamayı indirememektedir. Bazen bu durum
nihai vergilendirme ile sonuçlanmakta bazen de dönem
sonu itibariyle elde edilen gelirin nihai tutarı
üzerinden ikinci bir vergilendirme yapılmaktadır. Nihai
vergilemede önceden yapılan vergi kesintisi mahsup
edilmekte eğer fazla vergi alındı ise alınan fazla vergi
mükellefe iade edilmektedir, eğer eksik vergi alınmışsa
aradaki fark vergi tutarı yine mükelleften tahsil
edilmektedir.
Daha öncede belirttiğimiz gibi ücret geliri elde
edenler, daha ücretlerini almadan kaynakta kesinti
yöntemine göre ücretlerinin brüt tutarı üzerinden %
15’ini vergi olarak vermektedir. Bu durum vergi adaleti
açısından tartışmalara neden olmaktadır. Ancak bir
hususu da belirtmek gerekir ki 193 sayılı Gelir Vergisi
Kanununun 32. maddesindeki Asgari Geçim İndiriminin
getirilmesi ile de bireylerin asgari düzeyde geçimini
sağlayacak gelir tutarının vergi dışı bırakılması
öngörülmüştür. Asgari Geçim İndirimi öncesindeki
uygulamalar olan “Ücretlilerde Vergi İndirimi” ya da
“Özel Gider İndirimi” ile de yine ücretlinin kendisi,
eşi ve çocukları ile ilgili olarak yapılan bazı giderler
üzerinden hesaplanan vergilerin, sonraki dönemde
ödenecek vergiye mahsubunu öngörülmüştü. Ancak söz
konusu uygulamalarda ücretli kesimin bu harcamaları
belgelendirmiş olmaları gerekmekteydi. Asgari geçim
indirimi ile harcamaların belgelendirilmesine gerek
kalmamış, söz konusu indirim için Asgari Ücret tarifesi
baz alınmıştır. Ücretlilerin kaynakta kesinti yöntemi
ile vergilendirilmesi, Asgari Geçim İndirimi uygulaması
vergi adaleti dışında kayıtdışı ekonomi itibariyle de
sıkıntılı bir durumu ortaya koymaktadır.
Ücretli kesimin Vergilendirilmesinde beyan usulü yerine
kaynakta kesinti yönteminin uygulanması, asgari geçim
indirimi uygulaması ve bu uygulama nedeniyle fatura ve
fiş toplanmasına gerek kalınmaması, ücret gelirinin elde
edilmesi için yapılan gider ve harcamaların indirim
imkânının bulunmaması ülkedeki kayıtdışılığı teşvik eden
önemli unsurlardır.
Unutulmaması gereken şudur ki ülkede yapılan
harcamaların esas kaynağı ücret geliri elde edenlerdir.
Ücretlilerin vergilendirilmesinde beyan usulünün
uygulanmaması ve gider ile harcamaların ücret gelirinden
indirme imkânının tanınmaması, ülkedeki fatura düzeninin
yerleşmesinde büyük engeller oluşturur. Ayrıca
ücretliler, satın alacakları mal ve hizmetlerde
fatura-fiş pazarlığına girerek safi gelirlerinden mümkün
olan en çok verimi elde etmeye çalışırlar. Bu da Ticari
faaliyetler sonucu elde edilen gelirlerin kayıt ve beyan
dışı kalmasına neden olur.
Sonuç itibariyle, diğer altı gelir unsuru gibi Ücretli
kesime de Beyan Usulüne göre elde ettiği geliri beyan
etmesi, yaptığı gider ve harcamaları da gelirinden
indirme imkânının sağlanması gerekmektedir.
Harcamaların, ücret gelirinden indirme imkânının
tanınması, ücretlilerin yaptığı harcamaların tamamına
yakınını belgelendirme güdüsüyle hareket etmesini
sağlar. Diğer yandan, belge düzeni dışında hareket etme
eğiliminde olanların, ücretlinin talep ettiği fatura
veya fişi vermek durumunda kalacağından belge düzeni
kendiliğinden kalıcı hale gelecek ve böylelikle
kayıtdışılık olgusu yavaşça ortadan kalkacaktır. Bu
durum, ülkede vergi bilincinin yerleşmesine de önemli
katkılar yapacaktır.
Ücretli kesimin, gerçek gelirlerinin ve harcamalarının
doğruluğu ve gerçekliği noktasında, güçlü bir gelir
idaresinin şart olduğunu da belirtmeden geçmeyelim.
Güçlü ve bağımsız bir gelir idaresi, bünyesinde
uzmanlıklara ayrılmış ve nitelikli iş gücü ile
Ücretlilerde Beyan Usulüne geçiş mümkündür. Ücretlilerde
beyan usulüne geçiş aynı zamanda güçlü bir gelir
idaresinin varlığının da bir kanıtıdır.
17.11.2008
www.muhsebenet.net
-Diğer makaleleri
-Stopaj Vergi Sizi Aldatmasın !
(14.11.2008)
|