|
Ticari işletmelerde hırsızlık ve soygun olayları
Son yıllarda özellikle
ticari işletmelere yönelik olarak gerçekleştirilen
hırsızlık, soygun ve dolandırıcılık fiillerinin
vergisel boyutları çoğu kez göz ardı edilmekte ve
vergi idaresi bu tür olayları değerleme açısından
yeteri kadar önemsememektedir.
Dolayısıyla ticari işletmenin bu tür bir olayla
karşılaşmaları halinde ortaya çıkan zararın
(kayıpların) dönem sonu işlemlerini nasıl
etkileyeceği konusu uygulamada devamlı duraksama
yaratmıştır. Oysa Vergi Usul Yasası’nın 3/B maddesi
uyarınca vergilendirmede vergiyi doğuran olay ve bu
olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyeti esastır.
Hırsızlık, soygun ve dolandırıcılık olayları ticari
faaliyete tahsis edilen varlıkların mevcut ticari
koşulların ve işletme sahibinin iradesi dışında
elinden çıkmasına ve bunun sonucunda hem o
varlıklardan ve hem de o varlıkların satışından
sağlanan hasılat ve kazançtan yoksun kalmasına neden
olmaktadır. Bu tür olaylar bazı hallerde kolluk
güçlerinin gözleri önünde dahi olabilmektedir.
Maliye Bakanlığı’nın vermiş olduğu görüşlere göre
“Mevcut vergi kanunları çalınan mal ve paraların
değerlerinin, ticari kazancın tespitinde dikkate
alınmasına olanak vermemektedir.” Bir başka
anlatımla Gelir Vergisi Yasası’nın 40'ıncı maddesi
safi kazancın tespitinde hasılattan indirilecek
giderleri saymak suretiyle belirlemiş olup, bu
indirimler arasında işletmeden çalınan mal ve
paralara yer verilmemiştir.
Gerçekte; ticari işletmeden çalınan mal ve paraların
ticari kazançtan indirileceği konusunda veya
indirilemeyeceği konusunda Gelir Vergisi Yasası’nın
40 ve 41'inci maddelerinde özel bir hüküm
bulunmamaktadır. Bu nedenle söz konusu hallerin
vergi hukuku açısından genel hükümler çerçevesinde
değerlendirilmesi gerekmektedir. Bir başka açıdan
olay incelendiğinde; bu tür fiillere karşı basiretli
bir tacir gerekli önlemleri alarak en azından
“sigorta” hukuku çerçevesinde yaşanması muhtemel
olaylara yönelik riskini azaltabilir. Ancak bu
noktada ülkemizde sigorta hukuku açısından bu tür
olaylara yönelik bakış açısı ilginç bir tablo
sergilemektedir: Bir ticari işletmede ortaya çıkan
ve kameralarla tespit edilen soygun olayında riski
üstlenmiş bulunan sigorta şirketi “... polis
tarafından alınan ifade tutanakları incelendiğinde
hadisenin hırsızlığa konu olan kırma, delme, yıkma,
devirme ve zorlama eylemleri dışında gerçekleştiği"
gerekçesi ile kasa hırsızlık poliçesinin genel ve
özel şartları kapsamı dışında kaldığını ileri
sürerek zararı karşılamaktan kaçınmıştır.
Bir görüşe göre de Türk vergi sisteminde sermaye ve
sermayenin herhangi bir unsurunda meydana gelen
değer kayıplarının değerlendirilmesi veya değişik
yollarla sonuç hesaplarına intikal ettirilmesi, esas
olarak ticari ve zirai faaliyetlerin normal bir
şekilde işleyişinden veya tabii afetler yüzünden
değer kaybına uğramasından doğmuş olması koşuluna
bağlamış bulunmaktadır. (Bıyık, Recep-Kıratlı, Aydın
“Giderler ve İndirimler” Güncellenmiş 4. Baskı,
Yaklaşım Yayıncılık, 2007, Sf: 145)
Bu nedenle çalınan mal ve paraların Gelir Vergisi
Yasası açısından da giderleştirilmesi mümkün
görülememektedir. Gelir Vergisi Yasası’nın 40'ıncı
maddesi safi kazancın tespit edilmesi sırasında
indirim konusu yapılacak giderleri, 41'inci maddesi
ise gider olarak kabul edilmeyen ödemeleri
belirlemiş bulunmaktadır. Bu maddeler aynı zamanda
kurum kazançlarının tespitinde de geçerlidir. Söz
konusu maddeler normal koşullarda, olması gereken
işlemleri dikkate alarak uygulamayı
yönlendirmektedir. Ancak çalıntı daha açıkçası
hırsızlık olaylarında ortaya çıkan kayıpların
yapılan işin olağan akışı içerisinde yeri yoktur.
Ancak her şeye rağmen çalıntı, soygun, gasp gibi
hallerde ticari işletmeye ait varlıklar azalmış, bir
anlamda işletmeye tahsis edilen sermaye kayba
uğramıştır. Hırsızlık olayı ticari faaliyetin
yaşandığı toplumun ve ekonomik ortamın bir
gerçeğidir. O zaman özsermayeyi azaltan bu olayın
işle ilgili olup olmadığı saptanması halinde, vergi
hukuku açısından değerlendirilmesi en azından gerçek
kazancın vergilendirilmesi için zorunlu olmaktadır.
Dolandırıcılık fiillerine gelince; bu tür olayların
çalıntıdan farklı değerlendirilmesi gerekmektedir.
Dolandırıcılık ile veresiye satış, alacak tahsili,
borçlanma işlemleri arasında genellikle doğrudan
ilişki bulunmaktadır. İşletme için dolandırıcılık
genellikle bir alacağın tahsil edilememesi biçiminde
olmaktadır. İşletme sahip veya yöneticilerinin çok
ağır bir ihmali, kusuru yoksa genel hükümler
çerçevesinde değerlendirilerek giderleştirilmesinin
kabul edilmesi gerekmektedir. (Ayrıntılı bilgi için
Çakmak, Şefik “2007 Yılı Gelir ve Kurumlar Vergisi
Beyanname Düzenleme Rehberi" Oluş Yayıncılık,
Ankara. Sf: 104).
Veysi Seviğ / Yorum
Referans 20.03.2007 |
|