|
Finans kurumları aracılığıyla ödememenin yaptırımı
Geçen yazımızda Maliye
Bakanlığının Vergi Usul Kanununun mükerrer 257.
maddesinin verdiği yetkiye dayanarak yayınladığı
Genel Tebliğlerle ihdas ettiği finans kurumları
aracılığıyla ödeme yükümlülüğünden söz etmiştik.
Kısaca tekrar edecek olursak bu düzenlemelerle,
birinci ve ikinci sınıf tüccarlara, kazancı basit
usulde tespit edilenlere, defter tutmak zorunda olan
çiftçilere, serbest meslek erbabı ile vergiden muaf
esnafa, kendi aralarında yapacakları ticari işlemler
ile nihai tüketicilerden (Türkiye’de mukim olmayan
yabancılar hariç) mal veya hizmet bedeli olarak
yapacakları 8.000 YTL'yi aşan tahsilat ve
ödemelerini banka veya özel finans kurumları yahut
PTT aracı kılınarak yapmaları ve bu kurumlarca
düzenlenen hesap belgesi (dekont) veya hesap
bildirim cetvelleri ile tevsik etmeleri zorunluluğu
getirilmiştir. Düzenlemelerle, tespit edilen tutarı
aşan avans, pey akçesi, depozito gibi ödemelerle
işletmelerin kendi ortakları ile ve diğer gerçek ve
tüzel kişilerle olan ve herhangi bir ticari içeriği
olmayan nakit hareketlerinin de bu kurumlarca
düzenlenen belgelerle tevsiki zorunlu kılınmıştır.
Bu zorunluluğun istisnalarını da geçen yazımızda
aktarmıştık.
Bu yazımızda bu zorunluluğun ve uyulmama halinde
verilecek cezanın tartışmasını yapmak istiyoruz.
Uymamanın yaptırımı
Vergi Usul Kanununun mükerrer 355. maddesinde,
Kanunun mükerrer 257. maddesine dayanılarak
getirilen tevsik zorunluluğuna uymayanlara özel
usulsüzlük cezası kesileceği belirtilmiştir. Bu
düzenlemeye göre söz konusu zorunluluğa uymayan;
- Birinci sınıf tüccarlar ile serbest meslek
erbabına 1.390 YTL’den,
- İkinci sınıf tüccarlar, defter tutan çiftçiler ile
kazancı basit usulde tespit edilenlere 640 YTL’den,
- Bunlar dışında kalanlara ise 300 YTL’den
az olmamak üzere işleme konu tutarın yüzde 5’i
oranında özel usulsüzlük cezası kesilmesi
gerekmektedir.
Kanaatimizce çok yüksek olan bu cezaların kime
kesileceğini sorgulamak gerekmektedir. Bu ceza özel
hukuk açısından meşru ve muteber, vergi hukuku
açısından itibar gören bir ödeme veya tahsilat
yapana kesilecektir.
Yaptırımın
değerlendirilmesi
Konu irdelendiğinde, Vergi Usul Kanunu'nun mükerrer
355. maddesinde ihdas edilen cezanın, özel hukukun
geçerli saydığı, vergi mevzuat ve sisteminin itibar
ettiği, ancak anılan kurumlardan geçirilmemiş ödeme
ve tahsilatlar için, sırf bu sebeple ihdas edildiği
görülmektedir.
Vergi hukuku, kişiler arası ilişkileri kuran,
değiştiren veya düzenleyen bir hukuk dalı değildir.
Vergi hukuku, özel hukuk alanında kişiler arasında
oluşan işlem ve eylemlerin ekonomik sonuçlarından
yola çıkarak ve onları gerektiğinde anlamlandırarak,
onları veri olarak kabul ederek, bir başka deyişle
vergiyi doğuran olay olarak görerek vergi ilişkisini
kuran ve bu ilişkiyi tüm sonuçları ile düzenleyen
bir hukuk dalıdır. Örneğin, vergi hukuku alım satım
akdini düzenlemez. Ancak bu akit yazılı olarak
yapılırsa damga vergisi ilişkisini düzenler. Satılan
gayrimenkul ise, akdin ifası aşamasındaki harçları
düzenler. Mülkiyetin kimde olduğuna göre emlâk
vergisi ilişkisini düzenler. Ancak vergi hukuku,
maliki saptamaz. Maliki özel hukuk belirler. Bu
şekilde akdin ifasının şekil, hüküm ve sonuçları da
özel hukuku ilgilendirir. Bir borcun nasıl
ödenebileceği de, ifasının şeklini de özel hukuk
belirler. Bu konudaki maddi hukuk kuralları, ispat
hukuku kuralları, özel hukukumuzda kanunlarımızla
saptanmıştır.
8.000 YTL’yi aşan borçlarda veya taahhütlerde,
kısaca edimlerde özel hukuk, banka veya özel finans
kurumu aracılığı olmadan yapılan ödemeleri meşru
kabul ediyorsa, vergi hukukunun buna saygı
göstermesi gerekir. Eğer kişi 9.000 Yeni Liralık
bonosunu veya mal bedelini elden ödediğinde, artık
borcundan kurtuluyorsa, elinde alacaklının imzasını
taşıyan meşru makbuzu varsa, alacaklı borçlu
aleyhine artık meşru alacak hakkını kaybetmişse,
vergi hukuku açısından kişiye bu ödeme dolayısı ile
ceza verilmemesi gerekir.
Üstelik anılan kurumlar aracı kılınmadan yapılan
ödemeler, vergi hukuku açısından da muteberdir. Zira
vergi hukukunun muteber kabul etmemesi demek, sınırı
geçen ödemelerin banka veya özel finans kurumu
aracılığı olmaksızın yapılması halinde, bu ödemenin
tarafların matrahlarının tespitinde nazara
alınmaması demektir. Oysa ne Gelir Vergisi
Kanunu'muzda, ne Kurumlar Vergisi Kanunu'nda ve ne
de Vergi Usul Kanunu'muzda bu sonucu veren bir hüküm
yoktur. Avukatına dava ücreti olarak 9.000 YTL’yi
nakden ve elden ödeyen bir kurum, ödemeyi bankadan
yapmamış olmasına rağmen, defterlerine intikal
ettirerek matrahının belirlenmesinde gider olarak
nazara alabilir.
Hukuk bir bütündür. Hukukun bir bölümünün kabul
ettiği, meşru ve muteber gördüğü bir işlemin,
hukukun öbür bölümünce suç sayılarak
cezalandırılmasının mümkün olmaması gerekir. Hukuk
kurallarının bütünlüğü ve uyumu açısından, böyle bir
uygulamanın mümkün olmaması gerekir. Böyle bir
uygulama ileride yargıdan dönerse, hiç şaşırmayın.
Kurala uymanın
bedeli ve kayıtdışı ekonomi
Yukarıda bu konuda ihdas edilen yükümlülüğe
uymamanın yaptırımını yazdık. Burada madalyonun öbür
yüzüne de bakmak gerekir. Ödeme ve tahsilatı anılan
kurumlardan yapmak, bedava değildir, yani kurala
uymak paralıdır. Bankaların bu tür konularda tahsil
ettikleri havale veya EFT ve benzeri hizmet
bedelleri azımsanacak miktarlar değildir. Ancak
bankaların hizmet bedellerinin gözden geçirilmesi
veya sınırlandırılması konusu gündeme gelince, söz
konusu mükellefiyeti ihdas edenler ortada
görünmemektedir.
Fiş fatura toplayıp devletin vergi gelirlerine
katkıda bulunmaya çalışanların elinden vergi iade
gelirini alacaksınız, sonra kişilere “üstüne para
ödeyerek bankadan ödeme yap” diyeceksiniz, bunların
adı da kayıtdışı ekonomi ile mücadelede olacak.
Bu şekildeki bir mücadelenin başarı şansı ne
olabilir ki?
Bumin Doğrusöz / Yorum
Referans / 02.04.2007
MuhasebeNet.Net |
|