|
Kurumlar Vergisi Kanunu karşısında
Kurumlar
Vergisi Tebliği
Son zamanlarda bazı basın
organlarında yer alan kurumlar vergisi beyannamesi
konulu yazılarda 1 seri numaralı Kurumlar Vergisi
Tebliği'ndeki düzenlemeler öne çıkarılmakta,
beyannamelerin bu hükümlere göre doldurulması
önerilmekte, üstelik dikkatli olunması aksi halde
tebliğ hükümlerine aykırılık teşkil edebileceği
belirtilerek mükellefler uyarılmaktadır. Bu hatalı
yaklaşım ülkemizde eskiden beri sıklıkla yapılmakta
olup genel tebliğ sanki asıl metin gibi
değerlendirilmektedir. Oysa asıl metin Kurumlar
Vergisi Kanunu'dur. Genel tebliğler vergi hukukunda
yardımcı kaynaklardır. Genel tebliğlerde yer alan
açıklamalar kanuna aykırı olamazlar. Kanunda yazılı
hükümler genel tebliğlerle genişletilemez,
değiştirilemez, kaldırılamaz. 1 seri numaralı
Kurumlar Vergisi Tebliği içinde yer alan
açıklamalardan bazıları maalesef Kanun'da olan
düzenlemelerden farklıdır. Kanunda olmayan veya
amaçlanmayan ibareler sanki kanun metni gibi
mükelleflere yansıtılmıştır. Bu sebeple mükellefler
beyanname doldururken kanun hükümlerini esas
almalıdırlar.
Yeni Gelir Vergisi Kanunu Değişikliklerinde eski
alışkanlıklar
5615 sayılı Gelir Vergisi Kanunu ve Bazı Kanunlarda
Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, 4 Nisan 2007
tarihli ve 26483 sayılı Resmi Gazete'de yayınlandı.
Bu kanunda da daha önce de eleştirilen bazı hukuk
problemleri aynı şekilde yer almaktadır. Bunlardan
bir tanesi Maliye Bakanlığı'na verilen usul ve esas
hakkında düzenleme yapma yetkisidir. Bugün vergi
mevzuatımızdaki birçok maddede yer alan Maliye
Bakanlığı'na esas hakkında yetki verilmesi doğru
değildir. Bu yetki TBMM'ye aittir. Sınırlı bazı
hallerde yasama organı tarafından yürütme organına
yetki verilebilir. Kanunların hazırlanması sebebiyle
Maliye Bakanlığı kendisini yasama organı gibi
hissediyor olabilir. En azından Anayasa'ya bakılırsa
kimin hangi yetkiye sahip olduğu görülecektir.
Bir başka düzenlemede Vergi Usul Kanunu'na eklenen
mükerrer 28. madde ile Maliye Bakanlığı Gelir
İdaresi Başkanlığı, beyannamelerin verilme ve ödeme
sürelerinin son gününü, kanun” süresinden itibaren
bir ayı geçmeyecek şekilde yeniden belirlemeye
yetkili kılınmıştır. Bu tür bir düzenleme neden
kanunla yapılmamaktadır? Bu soruya beyanname verme
ve ödeme sürelerindeki devam eden kargaşaya bir
yenisinin eklenmek istendiği, kanunda bir düzenleme
yapılırsa mükelleflerin şaşkınlık yaşayacakları veya
Gelir İdaresi'nin artık mükelleflerin zor durumda
olacaklarını önceden bilme becerisini yitirdiği gibi
cevaplar verilebilir. Mükelleflerin istediği cevapsa
bu tür düzenlemelerin mükellef hakları bakımından
belirsizliklere ve ödeme sürelerinin uzatma
sebebiyle farklı olabilmesi sebebiyle
adaletsizliklere yol açması karşısında kanunla
düzenleme yapılması olmalıdır. Kanundaki sürelerin
idare tarafından değiştirilmesi değil?
Bir başka problem tedvin tekniğiyle ilgilidir.
Kaldırılmış bir kanun maddesinin yerine aynı numara
ile farklı konuda bir maddenin konmaması gerekir.
Asgari geçim indirimi maddesi 3239 sayılı kanunla
kaldırılan 32 maddenin yerine getirilmektedir. Daha
önce medeni hal esası başlığı taşıyan mülga 32.
madde yerine farklı bir madde numarası ile bu
düzenlemenin getirilmesi gerekirdi. Bu da sık
yapılan yanlışlardan birisidir. Kanun yapma tekniği
konusunda daha ciddi bir yaklaşım gösterilmesi
gerekmektedir.
Bir başka değişmeyen alışkanlık idare'nin en
başarılı olduğu alan olan kanunların geriye
yürütülmesidir. Bu konuda idare inanılmaz bir
istikrar sergilemektedir. Daha önce aynı
eleştirileri yazdığım için tekrar etmiyorum. Fakat
diğerleri gibi bu Kanun da geriye yönelik hükümler
getirmekte ve bu haliyle geriye yürüyen hükümleri
bakımından hukuka aykırı bulunmaktadır. Bir bakıma
idare şunu söylemektedir. Ey mükellefler, siz
yargıya gidin, zaman, emek ve para harcayın.
İdarenin bu esnada yine mükellef hakları çalıştığını
sanırım söylemeye gerek yok.
muhasebenet.net
Hakan Uzeltürk
huzelturk@superonline.com
16.04.2007
muhasebenet.net
|
|