Azı
karar çoğu zarar bir duygu
KISKANÇLIK
Toplumda
mutluluğu engelleyen durumlardan biri de kıskançlıktır.
Kıskançlığın birazının aşkta, sevgide, iş ve öğrenim
hayatında gerekli olduğu da savunulur. Bir öğrencinin
sınıfta azıcık çalışan arkadaşlarını kıskanması belki
onu motive eder. İş hayatında çalışanlar arasında biraz
daha fazla çalışmaya sebep olabilir. Belki aşkta ilgiyi
arttırabilir. Az miktarda olması faydalı gibi görünse de
biz bu duyguların getireceği olumlu şeyleri kendimiz
düşünerek uygulamaya çalışsak belki daha da başarılı
oluruz. Mutlaka olumsuz bir duygu ile başarmak gerekmez.
Olumlu düşünce ve farkındalıklar ile de sevgi ve başarı
yakalanabilir. Ama halk arasında azı iyidir gibi düşünce
de hakim. Tabi ki çoğu ise çok zararlı. Nasıl mı? Bunun
için kıskançlığın ne olduğuna bakmak lazım.
TDK sözlüğünde
kıskançlık “Bir kimse,
bir üstünlük gösterdiğinde veya sevilen birisinin,
başkası ile ilgilendiği kanısına varıldığında takınılan
olumsuz tutum” olarak
açıklanmıştır.
Tanımında da
görüldüğü gibi ya bir üstünlük söz konusu olduğunda ya
da sevgi gösterisinde kıskançlık ortaya çıkıyor. Bu bir
toplumsal sorun aynı zamanda. Zira karşıya güvenmek
yerine, kendi güvensizliğimiz sonucu kıskanırız
sevdiğimiz insanları. Halbuki özgüveni yüksek insanlar,
yani kendine güveni olan insanlar hiç kimseyi
kıskanmazlar. Bu kişilerin, karşıyı kaybetme ya da
başarıyı kaybetme gibi korkuları olmadığı için
kıskanmazlar.
Demek ki;
insanlarımızın yetişmesi, özgüveni, umutsuzlukları,
kendi eksikliklerini görememe, görmek istememe gibi
sebeplerle ortaya çıkan kıskançlık ne yazık ki;
kaybedilecek kişiyi elde tutmaya yetmemektedir. Daha çok
karşı tarafı bezdirerek, strese sokarak kendimizden
koparırız. Sevgi ve saygısını kaybederiz.
Kıskançlık, güven
ve özgüven eksikliğinden oluşan bir duygusal olaydır.
İnsan kendini yetersiz hissettiği zaman, elindeki her
şeyi kaybedeceği hissine kapılıyor. Kısaca kıskançlık,
elindekini kaybetme korkusudur. Bu bir iş olur, eş olur,
sevgili olur, sınav olur, makam olur hatta sağlık olur.
İnsanın içini kemiren bir duygudur. Kıskanan kişi önce
kendine hayatı zehir eder, sonrada çevresindekilere ya
da karşısındaki kişiye. Kıskançlık, en çok gönül
ilişkilerinde terk edilme korkusu olarak ortaya çıkar.
Zira gönül işlerinde taraflar karşısındakini hep
yüceltirler. Eksiğini görmez, geçmişindeki izlerini bile
burada siler, adeta tedavi eder. Burada kişinin oluşan
güzel ortamına birileri girdiği veya gireceği hissi o
kişinin mükemmel olmadığı hissini yaratır. Dolaysıyla
kıskançlık başlar. Kaybetme korkusu ve hırs baş
gösterir. Mantıklı düşünce yok olur.
Kıskanç insanlar bir konuya normal
insandan dört kat fazla üzülürler. Bakın Fransız ünlü
Filozof Roland BARTHES bunu nasıl açıklamış:
1- Kıskanç olduğum için,
2- Kıskançlığımdan dolayı
kendimi suçladığım için,
3- Kıskançlığımın ötekini incitmesinden korktuğum
için,
4- Bir bayağılığın beni tutsak etmesine boyun
eğdiğim için ( dışarıda bırakıldığım, saldırgan
olduğum, deli olduğum ve sıradan olduğum için)
acı çekerim.
Bu durum kendine
güveni olmayan insanların, büyük bir acısıdır, bedel
ödemesidir. Halbuki gerçekçi davranılsa, kişi bu
duygulara kapılmasa rahat edecek. Olumsuz düşünce ve
tavırlardan uzak duracak. Karşısındakini bezdirmeyecek.
Belki karşı taraf, dürüst davrandığı için
eksiklikleriyle daha da kabullenecek kendisini. Belki de
bu karşılıklı dürüst ilişki daha
“olgun bir aşka”
dönüşecek.
Kıskançlıkların
çoğu hissetmelerle başlar. Bazen hissettiklerimiz doğru
da olmayabiliyor. Tahminlere ya da belkilere dayanmakta
olup, bunlara dayanarak kıskançlığa başlarsak her şeyi
yıkmaya başlamışız demektir.
Biz
insanların, bilgi, görgü, para, sevgi, düşünce ve bazı
değerlerde eksiğimiz olabilir. Fiziğimizle ilgili
eksikliklerimiz olabilir. Ama bunların hiç biri tek
başına kaybetmemiz için geçerli neden değildir. Ama biz
bu eksikliklerimizi giderme yerine birde korkuya
kapılırsak, zaten karşıyı itelemeye başlamış oluruz.
Özellikle sevgi
ile ilgili bir gerçek vardır. O da şudur:
“Güzel sevilmez, sevilen
güzeldir.” (A)
şahsının fiziki eksiği olabilir. Ama onunda başka bir
fazlalığı vardır. Örneğin hoş sohbettir, zekidir,
akıllıdır. Sade fiziki güzellik günümüzde çok önemli
değil. Bir kere karşı sizi sevmiş ise siz onun gözünde
dünya güzelisinizdir zaten. Huy güzelliğidir asıl olan
insan ilişkilerinde.
Unutmamalı ki;
kıskançlıklar, güvensizliklere, güvensizlikler de
ilişkilerin zayıflamasına yol açıyor. Aşırı kıskançlığın
dozu artınca kuşkular, güvensizlikler tartışmaları,
diyalogun kopmasını da beraberinde getiriyor. Adeta
insanın hayatını karartıyor. Bir süre sonra hastalığa
dönüşüyor. Ve şiddetli tartışmalar ve ayrılıklar… Sınav
veya işle ilgili ise kavgalar, tartışmalar,
başarısızlıklar geliyor.
Çözüm ne peki ?
Çözüm yine kendimizde. Özellikle sevgi işlerinde
tarafların iyi ve kötü durumlarda birbirine koşulsuz
katlanmayı denemeleri ve bir müddet sonra tarafların
birbirini anlayabilecekleri günlere kavuşacaklarını
söylemek yanlış olmaz. Bu da kişisel bir olgunluk
gerektirir. Olgun aşk da denebilir. Yani kıskanmadan
önce tarafların karşılıklı anlayış ve olgunluk
göstermeleri en iyi ilaçtır.
İş aleminde de
birilerini kıskanmak yerine o işle ilgili gerekli
çalışmaları yapmak ve ona odaklanmak başkalarıyla
didişmekten çatışmaktan daha iyi sonuç verir.
Geçmişte
yaşanmış olayları unutmak, bu günkü ilişkilerimizle
kıyaslamamak gerekir. Ayrıca sabırlı olmak gerek.
Sabırla her şey çözülür. Buna inanmak gerek. Aceleci bir
toplumuz. Hemen anlamadan dinlemeden yorum yapıyor,
karar veriyor ve yargılıyoruz kişileri. Beklesek biraz,
o işin gerçeğinin o olmadığını göreceğiz.
Kıskanan kişi,
olumsuz düşünce ve duygularını kontrol etmelidir. Sadık
bir eş ancak, sabır ve sevgi ile tutulur. Baskı ve
tehditle sonuç alınmaz daha çok kaybedilir.
Güven duygusu,
net ve karşılıklı iletişimle sağlanır. Sakin, sabırlı ve
incitmeden, kırmadan konuşarak gerçekler öğrenilerek,
ona göre tavır alınırsa daha iyi sonuç alınır. Manidar
cümleler söylemek, kullanılan üslubun yanlış olması
gerginlikleri arttırır. Üslup yanlış olunca doğruyu da
söyleseniz karşı yanlış anlayacaktır.
Sabır ile er
geç gerçeği öğrenirsiniz. Bırakın kıskançlığı, zaten
karşı yanlış yolda ise bir müddet sonra kendini ele
verecektir. O zaman ne yapacaksanız yapın. Ön
yargılardan kurtulalım. Bakın ön yargı ne kadar kötü.
İşte bir örnek:
“Köyün birinde, kocası, çocuğu
doğmadan ölmüş, tek başına yasayan hamile bir kadın
kendisine arkadaş olması açısından dağda yaralı olarak
bulduğu bir gelinciği evinde beslemeye başlar. Gelincik
kadının yanından bir an bile ayrılmaz. Her ne kadar
evcil bir hayvan olmasa da, oldukça uysallaşır. Bir kaç
ay sonra kadının çocuğu doğar. Tek başına tüm zorluklara
göğüs germek ve yavrusuna bakmak zorundadır. Günler
geçer ve kadın bir gün bir kaç dakikalığına da olsa
evden ayrılmak ve yavrusunu evde bırakmak zorunda
kalır... Gelincikle bebek evde yalnız kalmışlardır.
Aradan biraz zaman geçer ve anne eve gelir. Gelinciği ve
kanlı ağzını görür. Anne çıldırmışçasına gelinciğe
saldırır ve oracıkta öldürür hayvanı. Tam o sırada
içerdeki odadan bir bebek sesi duyulur. Anne odaya
yönelir... Ve odada beşiği, beşiğin içindeki bebeği ve
bebeğin yanında duran parçalanmış bir yılanı görür.”
Kadın gelinciği
öldürdüğüne üzülür ama elinden bir şey gelmez. Geri
dönüşü olmayan bir şey yapmıştır. İki dakika sabretseydi
gerçeği öğrenecekti. Sonra yine öldürebilirdi.
Demek ki, her
zaman gördüklerimizle gerçek aynı olmamaktadır. Birini,
bir şeyi, kıskanmadan önce, kıskançlığa sebep olan şeyi
iyi anlayıp dinledikten sonra karar vermeliyiz.
Unutmayın her olumsuz olayın içinde önemli fırsatlar ve
olumlu yönler yatar. Önemli olan doğru kararlar
vermektir. Doğru karar ise doğru bilgiye varmakla olur.
Öyle ise “önce anlamaya,
sonra anlaşılmaya çalışalım.”
Olayları doğru anlarsak, karşıyı
anlamış oluruz. Biz karşıyı iyi anlarsak, o da bizi
anlar ve netice de anlaşılmış oluruz. Tüm bunlar için
ise karşıyı iyi dinlememiz lazım.
Kıskançlık bir
ağaç kurdu gibidir, için için yer bitirir insanı. Atalım
içimizden kurdu, o zaman hayatın ne kadar tatlı olduğunu
anlarız. Unutmayın acıları da tatlıları da biz
yaratırız. Tatlı bir iç ve dış dünya yaratmanız
dileğiyle…
|