Muhasebe Rehberi sayfasına gitmek için tıklayınız

Muhasebe  

Maliye

Vergi

Sigorta

İletişim

  TÜRKİYE'NİN MUHASEBE REHBERİ  - MAKALE...               

ara

 Ana Sayfa 

Muhasebe Forum 

Makaleler 

Danışma Hattı 

Hakkımızda 

Beş Dakika Ara 

E-Posta Okumak 


 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Eyup YÜCELİ

MuhasebeNet Site Yöneticisi
S.Muhasebeci Mali Müşavir
info@muhasebenet.net
  

 

     SEVGİ SOFRASI

     “Bir gün sormuşlar Erenlerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" Bakın göstereyim demiş, ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış.Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasındandan eski tip bir metre boyunda tahta kaşıklar. "Ermiş bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. Peki demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.

     Bunun üzerine “Şimdi demiş ermiş, sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe”. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzun boylu önce kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve kalkmışlar sofradan işte demiş ermiş, 'Kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse,o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz ve şunu da unutmayın, gerçek pazarında alan değil, veren kazançtadır daima.”

     Eskilerin “diğergamlık” dediği başkalarının mutluluğunu kendi mutluluğundan önce tutma anlayışı hayatımızdan çıkalı çok oldu. Kendi saadetini başkalarını mesud etmek prensibi üzerine bina edenler de yok. Sadakayı, bağışı “yoksulun hakkı” olarak gören ve adeta minnettarlıkla veren insanlar nereye gitti? Peki ya sokağın köşesindeki sadaka taşından sadece ihtiyacı kadarını alan, karnı aç ama gözü ve gönlü tok yoksullar ne zaman el etek çekti aramızdan?“Komşu aç iken kendisi tok yatamayan” insanlar kaldı mı dersiniz? Fedakârlık ne zamandan beri “enayilik” olarak görülmeye başlandı? O güzel insanların yalnız ve yalnız bir iktisadi gereklilik olarak gördükleri ve adeta kerhen ağza aldıkları “para” nasıl oldu da ufkumuzun üstünü kara bulutlar gibi kapladı?

      Derin psiko-sosyal tahlillere girip de modernitenin bireyselliği ön plana çıkarırken “biz” olma kavramını nasıl ortadan kaldırdığının izahını yapacak değilim. Bunu işin erbabı zaten yapmıştır.Ben,hayatımızdan uçup giden sevginin peşindeyim.

      Bu kadar katı, bu kadar bencil olmamızın, hayat bizim için varmış da dünya bizim etrafımızda dönüyormuş gibi düşünmemizin temel sebebi sevgiye hayatımızda ayırdığımız yerin her geçen gün biraz daha küçülmesidir. Nasıl küçülmesin ki?

     Eskiden sadece ona ait olan kalbimiz şimdi; döviz,çek,senet, bono,tahvil,borsa kelimeleri için atıyor. Ve onların yanında sevgi koca beton binalar arasında yıkım sırasının kendisine gelmesi korkusuyla bekleyen küçük ve şirin ahşap evlere benziyor. Paranın gri ve soğuk dünyasında sevgi paletinden çıkan “ merhamet, şefkat, yardımseverlik, fedakârlık” gibi sıcacık renkler, iyi kazandırmadıkları için alıcı bulamıyor dostlar. Dünyamız gitgide bir fabrika gibi tekdüze renksiz ve mekanik olmaya başlıyor. Her şey büyük bir hızla “aynı”laşıyor ve biz hâlâ global rüyalar peşinde koşuyoruz. Aynada kendimizi tanıyamadığımız gün – ki çok yakındır- ne yapacağız?

     Yol uzun, sular derin ve geçit vermez biliyoruz ama umut nerede kaldı? Bu özlem artık yetişir!
 

 

 


Copyrıght © 2005  www.muhasebenet.net- www.muhasebenet.com - muhasebe rehberi. Her hakkı saklıdır.