Hasbihâl-i aşk...
II
Hani senin bana geldiğin geceyi
hatırlarsın, gök yüzü kapkaraydı ve bir damla yağmur
vermiyordu bulutlar. Kara günler getiriyordu sabahlarım.
Yorgundum, bıkkın ve çığırından çıkmış bir yalnızlık vardı
yanımda.
O gece derin yalnızlığımı delen bir sesle irkildim. Bu ses
benzersiz fakat tanıdık bir sessti, kapıyı çalışında,
derinden tıkırdatışında bir başkalık vardı, sezmiştim
gelen eski bir tanıdıktı. Hani kalû belâdan gelen bir
tanışıklık, irkilirken bu yaban tanışıklıktan, seyriyen
ayaklarımla kapıya ilerledim ve sen duruyordun karşımda. O
yorgun hani o dargın halinle karşımdaydın. Seni tanımakta
güçlük çektiğimi düşündüğün için bana gücenmiş bakışlarını
hatırlarım hâlâ, o alıngan bakışlarınla ayaklarının altına
alıp ezmiştin yüreğimi. Oysa ben en sessiz halinden bile
tanırım seni.
Geldiğin o gün bittiğim gündü benim, sana minnetten öte
bir can borcum var şimdi, beni o dehliz karanlıklara salan
fikrimi ve kalbimin sesini duymam için o halinle bana
gelişini unutamam asla, her türlü minnete ve borca amenna
dedirten cinstendi. Seninle o hasbihalimizde, bana
anlattıkların var ya, gözlerimin içine içine bakıp, “bak”
deyişin;
‘Bana iyi bak, ben ki her insan kalbini ve aklını
yönetenim ve kıymeti en az bilinenim, insanların hayatında
heba olup gidenim yine de ayaktayım ve bak tüm
yenilgilerimle birlikte tamam olacak tattayım.
Sen insan suçu, sen insan buhranı, sen insan azlığı ve
çokluğu, yaralarının kabuklarından beslenen içinle, kavruk
insan tohumu, bir kez yaktılar seni diye bana bu
küsmelerin nedir? Benim üzerime suç deyip saydıklarını
söyle, şu yaralı halimle gelmişim kapına, bu eşiğine
düşmelerimin sence anlamı ne?
Beni yaralayıp kurusun diye bir kenara itenlerin hıncı var
hep içimde. Beni böyle az edişlerinin intikam özlemi var
serimde. Beni iki paralık ettiler diye, beni dirhem dirhem
bitirdiler diye. Kursağıma kum, kursağıma çakıl
doldurdular da sesimi soluğumu kestiler diye, onlara kin
bağlasam da, bekliyorum bak hâlâ damarlarımda tükenmeyen
bir sabırla.
Sen iyi biliyorsun ki ben bunu hiçbir tarihte, hiçbir
asırda, hiçbir medeniyette, hiçbir kavimde hak etmedim. Bu
hak etmeyişlerime rağmen, usandım yeter demedim. İntikam
çığlıklarından ordular yolladın üzerime, bak bu perişan
yırtılmış hallerimin nedeni oldun! Kimliğime vurduğun
yaftaları almazsan üzerimden, sana intikam nedir ben
öğreteceğim!
Hayır, hayır! Benim intikamım öyle kolay, böyle yoz
olmayacak bilesin. Ben harimime soktuğumda insanı, beni
böyle satacağını, sancıtacağını beni böyle yaralayacağını
bile bile gel demişim, niye? Bilirim bunu istemezsin,
hatta bu söylediğimi laftan bile saymazsın, çünkü sen bana
karşı hürmet eden ve direnenlerin en delilerindensin!
Delisin, çünkü bilirim ki bana en çok sahip olan da en az
bulan da beni candan aziz bilen de sensin. Candan aziz
bildiğine canan bir tarafa, can içre canlar feda
edebilensin. Bu yüzden sana geldim; kıymetimi bilenin
kıymetlisiyim dedim de geldim! Bunu bile bile kolaya
kaçtın sen, faturası yalnızlık dedin benimle konuşmayı
benimle yâren olmayı reddettin.
Şimdi kalk ayağa, ve ilk ve son bir kez daha bak bana,
gözlerime içimin içine bak, sana sakladığım kimsenin
seyreylemediği sadece sana has alemlerin eşiğinden
geçireceğim seni. İzimi süreceğin bir bulut var
gözlerinde, baktığın her yerde sana eşlik eden bir bulut,
sana değdikçe beni çoğaltan bir bulut, içinde benim
gözlerimden akan bir nehir var senin ta yüreğinde. Senin
var oluşun benim var oluşuma denk düşecek, bir dehliz olsa
da alem geçeceğiz el ele. Bir bebek hevesinde, bir cennet
sevdasında buluşacağız seninle var olan her yerde. Beraber
göstereceğiz öğreteceğiz, bizi bilmeyenlerin canına kan
gibi sızacağız birlikte.
Vatan olacağız seninle, bayrak olacağız, yar olacağız, can
olacağız, kul olacağız demişim, çekinmeden gözlerinin
içine girmişim, gösterdiğin yere yerleşmişim. Ben ki
kimseden izin istemeyenim, sana izin ver demişim. Ben ki
sana tüm bunları anlatmıştım ve ben anlattıklarımı
kulağına sır diye bağışlamışım. Bu muydu sana verdiğimin
bana gelecek bedeli? Yani bana küsmelerin, yani beni yok
etmelerin, ben ki en asil bilinenleri kendime köle
etmişim, - ki bilesin sen değil iki cihan olsa başıma
çöken, elimin tersiyle iten yerle bir edenim- senden mi
çekinip yerineceğim!?’ demiştin
Vatan olacağız seninle, bayrak olacağız, yar olacağız, can
olacağız, kul olacağız demişim. Çekinmeden gözlerinin
içine girmişim, gösterdiğin yere yerleşmişim. Ben ki
kimseden izin istemeyenim, sana izin ver demişim. Ben ki
sana tüm bunları anlatmıştım ve ben anlattıklarımı
kulağına sır diye bağışlamışım. Bu muydu sana verdiğimin
bana gelecek bedeli? Yani bana küsmelerin, yani beni yok
etmelerin, ben ki en asil bilinenleri kendime köle
etmişim, - ki bilesin sen değil iki cihan olsa başıma
çöken, elimin tersiyle iten yerle bir edenim- senden mi
çekinip yerineceğim!?’ demiştin…
Ben işte o günden bu yana karşında durup titreyen ruhumla,
seni bana yollayanın af makamına gönderdiğim dualarımla
ayaktayım. Yüreğimde damıtıp kutsalım edeceğim diye seni
söz vermişim. Söz ki yayından çıkmış ok gibidir. O söz ki
‘sen’dir. Bildim ki nişangahın da ‘ben’dir. Dönüp dolanıp
geleceğim yer senin eteğindir. Yerin ki kalp otağımın
merkezidir. Dilin ki tüm lehçeleri alt üst edendir.
Dilsizi söylegân kılan senin dilindir. Tüm kapıları kırıp
geçen senin ismindir. Duramaz senin önünde dağlar gibi
olsa da melâl, esrik bir bakışınla bile her tahtı viran
edersin. Bildim ki sana büyüklük olmazmış, büyüklük senin
kanından gelen bir iksir. İksir ki damar damar deliliktir.
Delilik ki tüm doğruların hesapsız ve günahsız merkezidir.
Gayrı nedenlerim kalmadı sana, nasılların derdindeyim…
Sana eğik bu baş ile peşimdeyim.
Şimdi, önce kendi adıma, seni tüm saçmalıklarına mazeret
yapanlar, seni tüm rezilliklerine ortak edenlerin inadına,
seni sakınıp saklamaya, her halime en temiz halin ile
katmaya ahd etmişim.
Yazarken kalemime kuvvet, okurken içime bereket, bakarken
gözlerime kuvvet, bakışımın değdiği her kareye sûkûnet,
dudağımdan dökülen her kelimeye inanç, başıma taç bildiğim
her değerime kutsalım, elimin değdiği her nesneye
hürmetimsin, sana dair ne varsa görmeyen gözlerden âlâ
tutup seni, hakkını vereceğim diye yeminime, yeminimin
sızlattığı ciğerime, ciğerimde sancı diye sakladığım
bıçağına, bıçağının ucunda sallanan hayatıma, hayatımın
iki dudağında saklanan sırrına, sırrımın beni alıp sana
sarıp sarmalayışlarına, kimliğime yapıştırdığım yaftalara
ve bu katlanışlarıma, kaskatı kesilişlerime bedel yine az
kalışlarıma, ne olursa olsun sana sıddıkıyyet makamında
kalmaya, uğruna baş koymaya yeminim var. Yaşadığım ve
tattığım her şeyin üzerine senden bir kanat vermişim ki
olmak için seni seçmişim.
Ben seni, bana kul diyenin azametinde, benimle konuşan
kuran dilinde, göğümde çınlayan ezan sesinde, Medine’nin
sokaklarında salınan peygamberin siretinde ve suretinde,
ben seni, altında uyuduğum bayrakta, vatan dediğim bu
toprakta, ben seni, annemin koynunda, atamın dağ gibi
duruşunda, ben seni, rüzgarın saçıma bıraktığı izde,
gözlerime hapis olan mavide, ben seni, içimdeki gayyaların
ortasında, cennet heveslerim de, ben seni, kalemime akan
kelimelerde, okuduğum kitaplarda, ben seni, kurduğum ve
gördüğüm her rüyada, ben seni, yar deyip yüzüne baktığımın
nazarında, ben seni, bildiğim tüm yolların sonunda ve
başında, dağda ve taşta, içte ve dışta, ben seni,
korkularımda, kaygılarımda, öfkelerimde, sevmelerimde,
bildiğim ve bilmediğim her halimle, içimin haritası
bellemiş senin varlığında kendimi bilmiş seyretmişim,s en
başıma taç olansın.
Sinemdeki et parçası bu balçık seninle hayata erendir.
Sözün üzerine söz demedim, sen konuşunca ben kelimelerime
sus emri verdim. Yüreğime arş emri verensin, kudretine
hayran olduğum, avaz avaz bağıran sesine ve sessizliğine
ben senin her haline vurgunum.
Ey gönlümü gönlünden alıp süzdüğüm. Ey kahrını ve
hasretini gecelerimin göğsünden emzirip büyüttüğüm. Ey her
gece kalbimi ateşler içinde masmavi bir denizden
yürüttüğüm. Ey alnımı dayayıp eşiğine yüz sürdüğüm. Ya hep
ya hiçsin diyen efsaneler ardından koşup kaf dağına sürgün
olduğum. Direnip dayanışlarımla yorgunluklarımı yorduğum.
Senden gayrı olur mu bu yürek!? EY ŞİDDET-İ MUHABBET, sen
ki nazar-ı kalb-imin kıblegâhısın, mübde-i alem nişanısın.
Cümle alem dursun beride, tek sen üstüme yürü de,
seyreylesin yeryüzü ve arş-ı âlâ, nasıl boyun bükülürmüş
‘AŞK’a. Nazarın bana her dokunuşunda bir değil, hesapsız
baş sunacağım sana…
Yeminim olsun ki telli duvaklı günüm gibi, can sunacağım ‘Aşk’ı
YARADANIMA, ‘Aşk’ın TEK MAKAMINA!
|