Kurumlarda zarar mahsubu
Mart ayı, Gelir Vergisi'nin yıllık beyan
dönemini ifade ediyorsa, nisan ayı da kurumlar için yıllık
beyan dönemini ifade etmektedir. Bu nedenle biz de hem
yazılarımızda gelen okur soruları doğrultusunda hem de
çarşamba günleri yayımlanan "vergi sayfasında" mukteza ve
yargı kararları bölümünde Kurumlar Vergisi ile bağlantılı
konulara yer vermeye çalışacağız.
Kurumlar Vergisi Kanunu'nun 9. maddesine göre, Kurumlar
Vergisi beyannamesinde, her yıla ilişkin tutarlar ayrı ayrı
gösterilmek ve 5 yıldan fazla nakledilmemek şartıyla geçmiş
yılların beyannamelerinde yer alan zararlar, kurum
kazancından indirilebilecektir.
Mükelleflerce bir hesap dönemi içinde oluşan zararın,
müteakip 5 hesap döneminde oluşacak kârlarla mahsup
edilememesi halinde, mahsup imkânı ortadan kalkmaktadır.
Zarar mahsubu bu süre içinde gerçekleştirilemediği takdirde,
oluşan zarar işletme zararı olarak değerlendirilmemekte ve
sermayede meydana gelen zarar olarak dikkate alınmaktadır.
Geçmişte birden fazla yılın zararlı olması halinde, zarar
mahsubuna en eski yıldan başlanır. Aksi halde 5 yıllık
sürenin kullanımı mümkün olmayabilir.
Buradaki beş yıllık sürenin hesabında, zararın oluştuğu yıl
nazara alınmayacak, izleyen beş yıl hesaplamaya dahil
edilecektir. Zarar mahsubu, bir seçimlik hak değildir. Yani
mükellefler, kâr dağıtım politikaları veya başka sebeplerle,
belli bir dönemde geçmiş zararlarını mahsup etmedikleri
takdirde, bu haklarından vazgeçmiş kabul edilirler ve
izleyen dönemde artık bu haklarını kullanamazlar.
Benzeri olarak, zarar mahsubunda yıl atlanmaması, en eski
yılın zararından başlanarak sırasıyla düşülmesi
gerekmektedir. Yıl atlanması halinde de atlanılan yıla ait
zararın mahsup hakkından vazgeçildiği sonucu ortaya
çıkacaktır.
Geçmiş yıl zararları yıllık beyannamede düşülebileceği gibi,
aynı zamanda geçici vergi beyannamelerinde de mahsup konusu
yapılabilir.
Geçmiş yıl zararları, kanunun 10/1c maddesinde belirtilen
bağış ve yardımların indirilebilecek üst sınırının tespiti
açısından da önem taşımaktadır. Zira üst sınırın hesabına
esas kurum kazancı, giderlerin ve geçmiş yıl zararlarının
düşülmesinden sonraki (iştirak kazançları hariç indirim ve
istisnalar düşülmeden önceki) tutardır.
Geçmiş yıl zararının tespiti açısından önem taşıyan bir konu
da yıllara yaygın inşaat ve onarım işleridir. Bu gibi
işlerde kâr veya zarar Gelir Vergisi Kanunu'nun 42 - 44.
maddeleri hükümlerine göre, işin bittiği yıl itibariyle
saptanmakta ve işin bittiği yıl vergilendirilmektedir.
Dolayısıyla işin zararla sonuçlandığı hallerde, işin
süresinin beş yıldan uzun olup olmadığına bakılmaksızın,
zararın tamamı işin bittiği yıl kazancından indirilmek
durumundadır. Kazancın yetersizliği nedeniyle bu zararın
indirilememesi halinde ise izleyen beş yıl içinde indirim
konusu yapılması mümkündür. Bu süre içinde de indirim konusu
yapılamayan zararlar, artık indirilemez.
Benzer bir yorum ve sonuç, tasfiye için de söz konusudur.
Tasfiye döneminin beş yıldan uzun sürüp sürmediği önem
taşımaksızın, tasfiye dönemi içerisindeki dönemlerde oluşan
zararının tamamının tasfiye bitimi dolayısıyla verilecek
beyannamede indirim konusu yapılması gerekir.
Uygulamada bazen şirketlerin bilançolarında geçmiş yıl
zararları, onların sermayelerini yitirmelerine, Türk Ticaret
Kanunu'nun 324. maddesi uyarınca bazı tedbirler almalarına
yol açmaktadır. Şirketlerce alınan tedbirler genellikle
şirket zararının ortaklarca "zarar karşılığı hesabı"
yaratılarak kapatılması veya sermayenin yitirilen sermaye
kadar azaltılması şeklinde olmaktadır. Şirketin yetkili
organlarının kararı ile açılan ve ortaklarca şirkete zararı
kapatmak üzere nakden konulan tutarı ifade eden bu hesabın
veya sermayenin azaltılması sonucu, bilançolarda geçmiş yıl
zararları kapatılmaktadır. Ancak bu işlemler şirketin ticari
bilanço ve yaşamı ile ilgili bir husus olup, şirketin vergi
kanunları karşısındaki durumunu etkilemez. Bu gibi hallerde
de geçmiş yıl zararları, yıllık beyannamelerde gösterilmeye
devam olunarak indirilebilir. Aynı durum ve sonuç, geçmiş
yıl zararların, ticari bilançoda yer alan yedek akçelerle
kapatılması halinde de söz konusudur.
Zarar mahsubunun kullanılması, defterlerin (ve belgelerin)
saklama ve ibraz sürelerini uzatabilir. Vergi Usul
Kanunumuzda saklama ve ibraz ödevi, her ne kadar 5 yıllık
tarh zamanaşımı süresi ile sınırlandırılmışsa da zarar
mahsubu bu süreyi uzatan hallerden biridir. Zira saklama ve
ibraz ödevi, vergilendirmeyle ilgili işlemlerin vergi ile
ilgisinin kurulduğu son tarihi izleyen yılbaşından itibaren
başlamaktadır.
Örneğin 2002 yılı zararını, 2005 dönemi kazancından indiren
bir mükellefin, 2002 yılı defter ve belgelerini saklama ve
ibraz süresi, 2002 hesapları sonucunun (zararının) vergi ile
ilişkisinin kurulduğu son dönem olan 2005'ten sonraki 5 yıl
olacak ve 31.12.2010 tarihinde dolacaktır. Ancak buradaki
saklama ve ibraz ödevi, sadece 2005 yılında indirilen 2002
zararının tevsiki kapsamında söz konusudur. Yoksa 2002
yılına ilişkin tarh zamanaşımı süresi 31.12.2007 tarihinde
dolduğundan, 2002 yılı için bir tarhiyat yapılamaz.
Dolayısıyla 31.12.2007 tarihinden sonra ibraz etmeme
halinde, kaçakçılık suçu oluşmaz. Ancak bu 31.12.2007
tarihinden sonra, 2005 dönemi için yapılan bir vergi
incelemesinde, 2002 yılı defterleri isteme rağmen ibraz
edilmezse, mükellef 2002 yılı zararının ticari
faaliyetleriyle ilgili olduğunu kanıtlayamamış durumuna
düşeceğinden, bu zararın indirimi, bir inceleme sonucunda
reddedilebilir. Bumin Doğrusöz / Referans |