|
|
|
İhalelerde
tellallık harcı ve düzeltmesi |
|
|
|
SORU: Belediye başkanlığının
kendi ihtiyacı olan tüketim mallarını kapalı
zarf eksiltme usulüne göre ihale yoluyla alması
durumunda, ihaleyi üstlenenden tellallık harcı
alınması gerekir mi? Eğer ihaleyi kazanandan
tellallık harcı alınırsa, alınan harç düzeltme
yoluyla geri alınabilir mi?
YANIT: Belediye Gelirleri Yasası'nın ikinci
kısmı "Belediye Harçları" başlığını taşımakta
olup, bu kısmın beşinci bölümünde "Tellallık
Harcı" ile ilgili hükümler yer almaktadır.
(Madde: 6771)
Yasal düzenleme gereği olarak "Belediye
sınırları ve mücavir alanlar içinde belediyelere
ait hal, balıkhane, mezat yerleri ve ilgilinin
isteğine bağlı olarak belediye
münadisi(yetkilisi) veya tellalı bulundurulan
sair yerlerde, gerçek veya tüzelkişiler
tarafından her ne suretle olursa olsun her çeşit
menkul ve gayrimenkul mal ve mahsullerin satışı
tellallık harcına tabidir."
Tellallık harcını, mal ve mahsullerini satan
gerçek veya tüzelkişiler yapacakları satışları,
satış yapmadan önce belediyeye veya mahallindeki
belediye ilgililerine haber vermekle
yükümlüdürler. Haber verilmediği takdirde harç
yüzde elli fazlasıyla tahsil olunmaktadır.
Tellallık harcının matrahı, harcın konusuna
giren satışların gayri safi tutarıdır. Bu
tutardan hangi ad ile olursa olsun hiçbir
indirim yapılamamaktadır.
Tellallık harcı oransal olarak hesaplanmakta
olup, bu oran yüzde 2'dir. Ancak 100 TL'yi aşan
satışlarda aşan kısım için yüzde 1
uygulanmaktadır. Söz konusu harç belediyeler
tarafından görevlendirilen yetkililer tarafından
makbuz mukabili tahsil olunmaktadır.
Diğer yandan bilindiği üzere genel bütçeye, il
özel idarelerine, belediyelere ve köylere ait
vergi, resim, harç ve benzeri yükümlülüklerin,
tarh, tahakkuk, tahsil işlemlerinden ve bunlarla
ilgili zam ve cezalarından doğan uyuşmazlıkların
çözümünde genel ilke olarak İdari Yargılama
Usulü Yasası hükümleri çerçevesinde vergi
mahkemeleri nezdinde dava açılabilmektedir.
Ancak, vergilendirme işleminden doğan
anlaşmazlık, bir hukuki ihtilaftan değil de bir
maddi hatadan ibaret ise yasa koyucu pahalı ve
uzun olan dava yolundan ayrı olarak Vergi Usul
Yasası'nın 116-126 maddelerinde düzenlenen ve
vergi literatüründe "Düzeltme ve Şikâyet
Müessesesi" diye bilinen haktan da
yararlanılabilinmektedir.
Belediye Gelirleri Yasası'nın 67'nci maddesine
konu olan tellallık harcının hangi hallerde
alınacağı konusu açıkça belirlenmiş
bulunmaktadır.
Tellallık harcı ile ilgili yasal düzenlemenin
tümü dikkate alındığında kapalı zarf eksiltme
usulü uygulanarak ihale yolu ile yapılan
satışlarda tellallık harcının alımını
gerektirecek bir durumun bulunmadığı, satışın
yapılışı sırasında tellal veya münadinin
bulunmasına yasal olarak gerek görülmeyen
hallerde yapılan ihale nedeniyle gereksiz yere
alınan tellallık harcının düzeltme yolu ile hak
sahibine verilmesi gerekmektedir. Kaldı ki böyle
bir durumun gerçekleşmemesi halinde hak
sahibinin gereksiz olarak ödemiş bulunduğu
tellallık harcını yargı yoluna başvurarak talep
etme hakkı vardır. (Ayrıntılı bilgi için
Danıştay 9'uncu Dairesi E. No: 2007/1454, K. No:
2008/5158 sayılı karara bakılması) (V. Seviğ)
ÜST HAKKI İÇİN ÖDENEN PARALARDAN STOPAJ
YAPILMALI MI?
SORU: Üst hakkının tesisi ile ilgili ödemeler
Gelir Vergisi Yasası'nın 94/5-(b) maddesine göre
vergi tevkifatına tabi midir? Bu konuda vergi
dairesi lehimize yapılan otuz yıllık üst hakkı
tesisi ile ilgili ödemelerin Gelir Vergisi
kesintisine tabi tutulması gerektiğine ait
tutanak düzenledi. Bu yapılan işlem doğru mudur?
YANIT: Türk Medeni Kanunu'nun 704'üncü
maddesinin (2) numaralı bendi gereği olarak tapu
kütüğünde ayrı sayfaya kaydedilmiş bulunan
bağımsız ve sürekli haklar taşınmaz mülkiyetinin
konusunu oluşturmaktadır. Aynı yasanın 826'ncı
maddesinde de ifade edildiği üzere "üst hakkı,
bağımsız ve sürekli nitelikte ise üst hakkı
sahibinin istemi üzerine tapu kütüğüne" taşınmaz
olarak kaydedilebilir. En az otuz yıl için
kurulan üst hakkı, sürekli niteliktedir.
Yasal düzenleme gereği tapu kütüğüne ayrı bir
sayfaya kaydedilen bağımsız ve sürekli nitelikte
olan üst hakkı bir satış niteliği
taşımamaktadır. Çünkü Medeni Kanunu'nun 704'üncü
maddesi kapsamında taşınmaz olarak
değerlendirilecektir. Bir başka açıdan üst hakkı
tesisi Medeni Kanunu'nun 826'ncı maddesinde
açıklandığı üzere, bir taşınmazın altında veya
üstünde yapı yapmak veya mevcut bir yapıyı
muhafaza etmek yetkisinin üçüncü şahıslara
verilmesi anlamındadır. Üst hakkı tesisinde
arazi malikinin mülkiyet hakkı devam etmektedir.
Arazi malikinin mükellefiyeti resmi senetteki
hükümlere uygun olarak, üst hakkı sahibinin
inşaat yapmasına ve yaptığı inşaatı muhafaza
etmesine, bir anlamda katlanmaktadır. Diğer bir
anlatımla arazi sahibi, arazinin altında veya
üstünde bir yapı yapma veya mevcut yapıyı
muhafaza etme yetkisini üçüncü kişiye belirli
süre ve koşullarla devretmekte, söz konusu
taşınmazın üçüncü şahıslar tarafından
kullanılmasına müsaade etmektedir.
Öte yandan kiralama; kiralayana ödeyeceği belli
bir bedel karşılığında, belli bir sürede,
belirli bir şeyin veya hakkın kullanılması
yetkisini sağlayan ve taraflarca birbirine karşı
ileri sürülebilecek nitelikte olan Borçlar
Kanunu'na da Gayrimenkul Kiralaması Hakkındaki
Kanun hükümlerine göre tesis edilen şahsi bir
haktır. Bu nedenle üst hakkı tesisi ile kiralama
işleminin kuruluşundan sonra ermesine kadar
tesisi, taraflara konusu üzerinde tanıdığı
haklar ve yüklediği borçlar, sona erme biçimi ve
koşulları, üçüncü kişilerle olan ilişki yönünden
doğurduğu sonuçları, akde uygulanacak hükümleri
niteliği ile birbirinden tamamen farklı olması
nedeniyle üst hakkı tesisinin bir kiralama
olarak da değerlendirilmesi hukuken mümkün
değildir.
Türk Medeni Kanunu'nun sistematiği içerisinde
üst hakkı; sınırlı aynı haklar kısmında, irtifak
hakları ve taşınmaz yükü bölümünün intifa hakkı
ve diğer irtifak hakları ayırımı altında,
mülkiyet hakkı ise başka bir kısım altında
düzenlenmiştir. Kira ve satış akdi ise esas
olarak Borçlar Kanunu'nda yer almaktadır. Gerek
bu sistematik içerisinde gerek Türk hukukunda
yer alan düzenleyici işlemlerde; kira, satış ve
aynı hak tesisi işlemleri ayrı ayrı tanımlanmış
ve belirlenmiştir.
Dolayısıyla anayasada yer alan verginin
yasallığı ilkesi de dikkate alındığında Gelir
Vergisi Yasası'nın vergi tevkifatını düzenleyen
94'üncü maddesinde açıkça sayılmayan üst
hakkının ilk tesis bedeli ile yapılan
ödemelerden vergi tevkifatı yapılması mümkün
değildir. (V. Seviğ)
DAMGA VERGİSİ ARTIŞININ BÜTÇEYE ETKİSİ
SORU: Damga Vergisi uygulaması ülkemizde giderek
artık kontrol dışı kalmasına rağmen 2010 yılında
uygulanacak oranlar ilk defa bazı konularda
artırıldı. Uygulamada zaten uygulanamaz hale
gelen Damga Vergisi'nde bu artışlarla, bütçe
gelirlerinde gerçekten bir artış bekleniyor mu?
YANIT: Damga Vergisi Yasası'nın mükerrer 30'uncu
maddesi uyarınca "Her takvim yılı başından
geçerli olmak üzere" önceki yılda uygulanan
maktu vergiler maktu ve nispi vergilerin asgari
ve azami miktarları da dahil olmak üzere o yıl
için tespit ve ilan olunan değerleme oranında
artırılmaktadır.
Diğer yandan aynı yasanın 14'üncü maddesi gereği
olarak "Kâğıtların Damga Vergisi bu konuda ekli
(1) sayılı tabloda yazılı nispet ve miktarlarda
alınır. Şu kadar ki her bir kâğıt için
hesaplanacak vergi tutarı (1) sayılı tabloda yer
alan sınırlar saklı olmak üzere 800 bin TL'yi
aşamaz. Bir önceki yılda uygulanan bu azami
tutar, her takvim yılı başından geçerli olmak
üzere, o yıl için tespit ve ilan olunan yeniden
değerleme oranında artırılır.
Damga Vergisi Yasası'nın mükerrer 30'uncu
maddesi uyarınca da bakanlar kurulu Damga
Vergisi oranını ve maktu tutarları değiştirmeye
yetkili bulunmaktadır.
Bakanlar kurulunun 2009/15725 sayılı kararı ile
01.01.2010 tarihinden itibaren yürürlüğe girmek
üzere Damga Vergisi Kanunu'na ekli (1) sayılı
tabloda yer alan kâğıtlar için 2009 yılında
uygulanan nispi vergi oranları ve yeniden
değerleme oranı dahil olmak üzere maktu vergi
tutarları yüzde on oranında daha açıkçası
yeniden değerleme oranından farklı olarak
artırılmış bulunmaktadır.
Ücretler üzerinden kesilen Damga Vergisi
oranları da dahil olmak üzere tüm Damga Vergisi
oranları 01.01.2010 tarihinden geçerli olmak
üzere artırılmıştır. (V. Seviğ)
YARGI KARARLARINDA
ÖRTÜLÜ KAZANÇ DAĞITIMI (SERMAYE AVANSI)
1. Danıştay 4. Dairesi'nin E.2008/9064,
K.2009/3348 sayı ve 17.6.2009 tarihli kararı
"Davacı hakkında hazırlanmış inceleme raporunda
yer alan eleştirilerin temelinde, davacı
tarafından 1.11.2002 tarihinde yapılan sermaye
artırımında ödediği toplam hisse senedi
bedelinin emisyon prim bedeline isabet eden ve
kanuni yedek akçe olarak ayrılan kısmının daha
sonra gerçekleştirilen sermaye artırımında
sermayeye eklenerek bu tutara isabet eden hisse
senetlerinin nominal bedel üzerinden tüm
paydaşlara hisseleri oranında bedelsiz olarak
verilmesi yatmaktadır. (....) davacı tarafından
ödenen emisyon prim bedelinin kanuni yedek akçe
olarak ayrılması yasal bir zorunluluktur. Yedek
akçelerden yapılan sermaye artırımında ise
şirkete nakdi veya ayni bir katılım söz konusu
olmadığından şirketin malvarlığında bir büyüme
meydana gelmemektedir. Özkaynaklardan yapılan
sermaye artırımında yeni çıkarılan payların
karşılığını yedek akçeler oluşturmaktadır. Bu
şekilde yapılan sermaye artırımında pay
sahipleri, oluşan yeni payları oransallık
ilkesine göre edinme hakkına sahiptir.
Dolayısıyla inceleme raporunda yer alan, kanuni
yedek akçe olarak ayrılması zorunlu olan emisyon
primi bedeli karşılığında çıkarılan hisse
senetlerinin tüm ortaklara hisseleri oranında
bedelsiz olarak verilmesine yönelik
eleştirilerde ve buna istinaden matrah farkı
bulunmasında isabet görülmemiştir. Sonuç olarak
emisyon primi olarak rayiç değerinin altında bir
bedelle hisse senedi alan davacının vermiş
olduğu sermaye avansları için iki ve üç aylık
dönemlerde faiz hesaplanmadığı ve ödenen emisyon
primi bedellerinin bir kısmının diğer ortaklara
hisse senedi alımında karşılıksız olarak
kullandırıldığı ileri sürülerek yapılan
tarhiyatta ve bu tarhiyatın kaldırılması
istemiyle açılan davayı reddeden vergi mahkemesi
kararında hukuki isabet görülmemiştir."
2. Danıştay 4. Dairesi'nin E.1998/2191,
K.1998/3909 sayı ve 4.11.1998 tarihli kararı
"Davacı anonim şirketin sermayesinin %100'ünün
(...) ailesine ait olduğu, sermaye artırım
avansı olarak paraların verilmesi ve alınması
işlemlerinin davacı şirket ve (...) AŞ yönetim
kurullarında karara bağlandığı, bağlı
şirketlerin sermaye ihtiyaçlarının karşılanması
için 4 ortak tarafından davacı şirkete verilen
paraların ortaklar cari hesabında izlendiği,
davacı holdingin grup içi şirketlerden fon ve
nakit akışının takibi için tüm nakit
işlemlerinin kasa hesabından geçirilerek (...)
AŞ'nin yıl içinde yapacağı sermaye artırımında
kullanılmak üzere avans verdiği, bu avansların
31.12.1995 tarihinden önce sermaye artırımı ile
kapatıldığı, dolayısıyla yapılan bu işlemlerin
borç para verme değil sermaye artırım avansı
verme işlemi olduğu anlaşılmaktadır. İnceleme
elemanı, şirketin hesaplarının işleyişinden her
hakedişte holdingin (...) AŞ'ye sermaye artırımı
için taahhüdüne düşen kısmı yeniden ödemiş ve
aynı gün içinde daha önce yıl içinde verdiği
avansları geri almış gibi yapılan kayıtlar
nedeniyle verilen paranın borç verme işlemi
olduğunu gösterdiğini ileri sürmekte ise de
kayıtların bu şekilde yapılmasının verilen
paranın yönetim kurulu kararlarında belirtilen
ve muhasebe kayıtlarında açıkça gösterilen
‘bağlı ortaklıklardan alacaklar' hesabının
verilen sermaye avansı olması gerçeğini
değiştirmemektedir. Bu durumda, olayın örtülü
kazanç dağıtımı olarak nitelendirilerek yapılan
tarhiyata yönelik davada, mahkemece hiçbir
gerekçe gösterilmeden ilgili yılda davacı
şirketin (...) lira kâr beyan etmesine karşın
(...) AŞ'nin yatırım indiriminden dolayı (0)
matrah beyan ettiği, borç alma işleminden dolayı
yasal faiz ödemesi durumunda da yine (0) matrah
beyanı söz konusu olmasına rağmen davacı
şirketin kârının bu faiz ödemeleri kadar artmış
olacağından örtülü kazanç dağıttığını kabulünün
zorunlu olduğu gerekçesiyle tarhiyatın
onanmasında isabet görülmemiştir."
ÖZELGELERDE
KAMU ALACAKLARININ TAHSİLİ
1. Konya Vergi Dairesi Başkanlığı'nın 29.1.2009
tarih ve 225 sayılı özelgesi
"İYUK'nın 28. maddesinde, haciz ve ihtiyati
haciz uygulamalarıyla ilgili davalarda verilen
kararlar hakkında bu kararların kesinleşmesinden
sonra idarece işlem tesis edileceği hükme
bağlanmıştır. İhtiyati hacze karşı dava
açılmadığı halde, bu haczin dayanağı olan
tarhiyata karşı dava açılması durumunda ve ilk
derece mahkemesince tarhiyatın kısmen veya
tamamen terkinine yönelik karar verilmesi ve bu
kararın kesinleşmesi halinde, bu tarhiyata
dayalı ihtiyati haczin kaldırılması gerekir. Bu
açıklamalar uyarınca, hakkında alınan ihtiyati
haciz ve ihtiyati tahakkuk kararlarına istinaden
menkul ve gayrimenkullerine haciz tatbik edilen
ve banka hesaplarına bloke konulan mükellefle
ilgili olarak, söz konusu mükellefin hakkında
tatbik edilen ihtiyati hacze karşı değil,
ihtiyati haciz kararı uyarınca tarh edilen vergi
ve cezaların iptali talebi ile dava açıldığı
anlaşılmaktadır. Bu durumda, söz konusu
mükellefin vergi dairesince bloke edilen banka
hesapları tahsil edilerek KDV borçlarına mahsup
edilemez. Ancak, davanın kesinleşmesi halinde
mahsup işlemi mümkün olacaktır. Bu sebeple
blokelerin kaldırılarak hesapta bulunan paranın
vergi dairesince tahsil edilmesi ve emanet
hesabına alınması, davanın kesinleşmesini
müteakip, vergi dairesi lehine karar verilmiş
ise mahsup işleminin dilekçe tarihi itibariyle
yapılması gerekir."
2. Bursa Vergi Dairesi Başkanlığı'nın 25.8.2009
tarih ve 68 sayılı özelgesi
"A seri 1 sıra no'lu Tahsilat Genel Tebliği'nin
‘VII. Kanuni Temsilerin Sorumluluğu' başlıklı
bölüm uyarınca, bir anonim şirketin kanuni
temsilcilerinin belirlenmesinde, ticaret sicil
kayıtları ve ilgili ilanın yapıldığı Ticaret
Sicil Gazetesi açıklamaları esas alınır. Bu
arada, kamu borçlusunun birden fazla kanuni
temsilcisi bulunduğu takdirde, ilgili kanunlara
göre kanuni temsilcilerin sorumluluk şekillerine
bakılır ve müteselsil sorumlu olanlar hakkında
tahsil edilemeyen veya edilemeyeceği anlaşılan
kamu alacağının tamamı için her birine ayrı ayrı
ödeme emri düzenlenmek suretiyle takibe geçilir.
Bu itibarla anonim şirkette kanuni temsilcilik
sıfatının son bulması için bu sıfatın son
bulduğuna ilişkin yönetim kurulu kararının
ticaret sicil kayıtlarında ve ilanın yapıldığı
Ticaret Sicil Gazetesi'nde yer alması gerekmekte
olup, pay devrine ilişkin kararın pay defterine
işlenmesi yeterli olmayacağından ödevli hakkında
daha öncesinde kanuni temsilcisi olduğu ancak
paylarını devrettiğini ifade eden kişi hakkında
kanuni temsilcisi olduğundan bahisle şirket
borçları için icra-takip işlemleri yapılması
uygun olup, yapılmakta olan işlemlerin
kaldırılması mümkün değildir."
3. İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı'nın
4.5.2009 tarih ve 4863 sayılı özelgesi
"Kamu alacağının takip ve tahsiline ilişkin usul
ve esaslar bu konuda özel kanun olan 6183 sayılı
kanunda düzenlenmiştir. Bu sebeple söz konusu
kanunun 75. ve 76. maddeleri uyarınca, kamu
borçlusunun aciz halinin tespitinin ve takibinin
alacaklı tahsil dairesince yapılması gerekir.
Dolayısıyla borçlu mükellefin aciz halinde
olduğuna dair tespitin, İcra İflas Kanunu
hükümlerine göre icra daireleri tarafından
yapılması söz konusu değildir. Bu itibarla söz
konusu şirketin tüzelkişiliğinden tahsil imkânı
bulunmayan kamu alacağından 6183 sayılı kanunun
mükerrer 35. maddesi gereğince sorumlu tutulması
gereken kanuni temsilcilerin aciz halinde
oldukları yine 6183 sayılı kanunun 75. ve 76.
maddesi uyarınca alacaklı vergi dairesince
tespit edilmediği sürece haklarında yapılan
cebri takip işlemlerine devam edilmesi gerekir."
Veysi Seviğ - Bumin Doğrusöz |
|
|
|
|
|
|
|