On sekizinci prim affına
doğru
Her zaman söylediğimiz bir söz vardır. Türkiye'de işçi olmak
zor. Özelikle kamu işyerlerinde çalışan sendikalı küçük
azınlık dışında, kamuda çalışan sendikalı işçi kesimi de
nesli tükenen canlı türlerine benzer. Sayıları gittikçe
artan bir hızla azalıyorlar. Emekli olanın yerine yeni işçi
alınmaması, taşeronlaşma, hizmet ihaleleri v.b. yöntemlerle
kamuda da artık sendikasız düşük ücretli işçi ile ikame
dönemi yaşanıyor. Ama Türkiye'de işveren olmak da zor. Hatta
bazen o işletmenin işçisi olmak, işvereni olmaya tercih
edilebilir. Özellikle işverenin de işçilerle birlikte
bedenen çalıştığı emek yoğun küçük esnaf işletmelerinde bunu
rahatlıkla görebiliriz. İşveren, kazandığı parayı ay sonunda
işçi ücreti olarak çalışanlara, alınan mal bedeli olarak
tedarikçilere, kira olarak işyeri sahibine v.b. dağıtmaya
başlar. Bir yandan da işveren olmanın; işyeri çalıştırmanın
beraberinde getirdiği kamusal yükümlülükler vardır. Bilumum
vergi ödemeleri, çalışanların ve işverenin kendi sigorta
primi v.b. saymakla bitmez. İşte bazen öyle dönemler gelir
ki, işveren, o işyerinin sahibi olarak değil de işçisi
olarak emek harcasaydı eline daha fazla paranın geçeceği
hissine bile kapılır. Akşam kafası dinç şekilde işyerinden
ayrılması da cabası.
ZORA SOKAN KONU
Ülkemizde işletmeleri zora sokan bir başka konu da
sektörlerde yatırım sınırlamalarının olmayışı. Bir işkolunun
karlılık oranı artmaya başladığı anda iş değiştirip o
işkoluna yatırıma başlayanların sayısı da patlama gösterir.
Hatta hangi sektörün popüler olduğunu anlamak için sabit
işyerlerinden çok, işporta tezgahlarına bakmak daha doğru
olur. Çünkü parlayan sektörde kayıtlı işyerlerinden sunulan
mal ve hizmet kadar kayıtsız seyyar işletmelerden de sunum
başlar. Örneğin günümüzün en popüler iş alanı cep telefonu
ve aksesuvarları ile kontör satışı yapmaktır. Cep telefonu
ve kontör satan işyerlerinin sayısı mantar gibi arttığı
için, artık işporta tezgahlarından da satılıyor. Oysa aynı
işyerlerinde birkaç yıl öncesine kadar ses ve film cd'leri
satılır ya da kiralanırdı. Korsanlarını da işporta
tezgahlarında bulurdunuz.
GELİR GİDER DENGESİ
İşletmeleri zorlayan bir başka konu da yüksek enflasyonlu
dönemin sona ermesinden sonra, fiyat rekabetinin yerini
hizmet sunum rekabetine bırakmasıdır. Örneğin artık
şehirlerarası otobüs biletlerimi internetten alıyorum.
Üstelik koltuk şeçme özgürlüğüm de var. Yazıhanelere bilet
almak için gittiğim günleri hemen unuttum bile. Bu nedenle
henüz internetten bilet satışı yapamayan firmaların şansı
azalıyor. Otobüs koltuklarına monteli küçük televizyonlar da
çoktan seçmeli. TV, yerli yabancı film ve müzik yayınından
dilediğini seç. Hatta bir defasında kaptan otogara henüz
iki-üç kilometre kala merkezi yayını kapatınca başına
gelmedik kalmadı. Yolcuların beklentileri o kadar yüksek.
İşte bütün bunlar da işletme maliyetlerini artıran, daha çok
küçük işletmeleri zora sokan değişimlere birer örnek.
İşletmenin gelir-gider dengesinin sağlanamadığı dönemlerde,
bazı zorunlu ödemelerin aksatılması, hiç olmazsa ertelenmesi
gündeme gelebiliyor.
Elbette her erteleme ya da vazgeçmenin değişen ölçüde bir
bedeli var.
BAĞ-KUR ÇOK ŞANSSIZ
Hangi ödeme kaleminden vazgeçileceğini vazgeçmenin
alternatif maliyeti, maruz kalınacak yaptırımlar, bunların
işverene dönüş süresi veya kişisel ya da ticari
alışkanlıklar gibi bir sürü faktör belirleyebilir. Örneğin
vergi idaresi daha yaygın örgütlenmiştir. Vergi tahsilatında
daha tavizsiz çalışmaktadır. İşveren ve mali müşavirler
vergi daireleriyle karşı karşıya gelmekten daha fazla
çekinirler. SSK'nın da kendi icra örgütlenmesi vardır. Ancak
kendi adına icra deposu v.b. olmadığı için mal kaldırma
uygulamasına nadiren gider. Genelde işveren, tatlı sert
uyarıyla borçları taksitlendirmeye yöneltilmek istenir. Bu
konuda en şanssız teşkilat Bağ-Kur'dur. Kendi adına icra
yapılanması bir türlü kurulmamış. Bir ara normal memurlarına
sigortalılardan prim tahsilatı amacıyla saha çalışması bile
yaptırmışlar. Ancak nafile. Parasını kendi getirenden tahsil
edildiği ve parasını ödeyene hizmet verildiği bir yapı
oluşmuş. Bunda teşkilat çalışanlarının bir kabahati yok
tabii. Yapının öyle olması da istenilmiş bir anlamda.
İşverenlerimizde de en ufak sıkıntıda kendi primlerini
erteleme alışkanlığı yaygın olarak yerleşmiş.
17 KEZ AF ÇIKTI
Ekonomik durgunluk dönemlerinin de etkisiyle biriken vergi
ve sigorta borçları tek tek işverenleri olduğu kadar kamunun
bütününü de etkilemeye başlıyor. Çünkü toplanan vergiler
kamu harcamalarını, sigorta primleri de sosyal güvenlik
kurumlarının emekli, sağlık ödemeleri v.s. gibi
konuları kapsıyor. İşte kamunun vergi ve prim alacaklarının
birikmeye başladığı dönemlerde gündeme gelen ilk konu ise,
vergi ve prim affıdır.
Hatta af öyle bir alışkanlık oluşturur ki, bir affın
uygulama süresinin hemen bitiminden itibaren, yeni af yasası
hazırlanıyormuş dedikodusu çıkar. Örneğin en son 2008
yılında uygulanan prim affı sonrası hemen 2009 yılı başından
beri af çıkacakmış diye sayısız mailler alıyoruz.
Bu söylentiler, primlerini düzenli ödeyememe alışkanlığı
olanlarda, ipin ucunu daha kolay bırakma eğilimine de yol
açar. Dile kolay, bu güne dek on yedi kez prim affı
çıkarılmış.
İşaret fişeği atılmış durumda
Bu süreçte en ilginci konuyla ilgili bakan veya kurum
yöneticilerin "Yeni bir affı kesinlikle düşünmüyoruz, bu
konuda herhangi bir hazırlık da yok" açıklamaları olur.
Hatta bazı okurlarımız bu açıklamaları bile tersinden okuyup
bir işaret olarak yorumluyor. Belki de öyledir. Bakan ya da
bürokrat üzerindeki baskıyı azaltmak için bu şekilde
açıklama yaparken, el altından çalışma başlatmaktadır. Ama
kesin olan bir şey var ki, her yeni af kanunu çıktığından
bunun son prim affı olduğu da vurgulanır. Oysa köprüden
önceki son çıkışlar hiç bitmez. Bitemez de... Çünkü bu gün
iki milyon 4/b(eski Bağ-Kur) sigortalısının primlerini
ödeyemediği, bu nedenle aileleriyle birlikte sağlık hizmeti
alamadıkları ortadadır. Bu ise en azından nüfusun yüzde
onunun sağlık güvencesi dışında kalmasıdır. Genel sağlık
sigortasına geçme hamleleri yapılırken bu önemli bir
orandır.
Af beklentisi olanların temsilcileri bu konuda bir süredir
almaya çalıştıkları olumlu yanıtı bizzat Başbakan'dan
aldılar. SGK'da bu güne kadar el altından bir hazırlık
yapılmamışsa bile, dünden tezi yok başlamıştır diye
düşünüyorum. Çünkü on sekizinci prim affının işaret fişeği
de atılmış durumda.
Celal Kapan / Y.asır
celalkapan@hotmail
|