Genel sağlık sigortasının
geleceği
Türk sosyal güvenlik sisteminde reform çalışmaları,
2003-2008 dönemin ana tartışma konularından biri oldu. Biraz
hatırlamaya çalışırsak, reformun hedeflenen amaçlarına
ulaşılabilmesi için atılması gereken adımları şu şekilde
sıralamak mümkün: Sosyal güvenlik kurumlarını tekleştirmek,
çalışanlar arasında sosyal sigorta uygulamalarında norm ve
standart birliğini sağlamak, genel sağlık sigortası
uygulamasını başlatmak ve sosyal yardımların tek elde
toplanmasını sağlamak.
Reformun gerekliliği konusunda oluşan toplumsal uzlaşma
süreci kolaylaştırmıştı. Yine reform sürecinde yasalaşma
aşamasının zamana yayılması ve toplumun değişik kesimlerinin
görüş ve düşüncelerine açılması da yararlı olmuştu. Ancak
uzun süren yasalaşma sürecinde konunun daha çok hukuki
boyutları, özellikle de kesimler açısından hak kayıplarının
tartışıldığına şahit olduk. Hatta bize göre konunun bütünü
düşünüldüğünde ayrıntı sayılabilecek bazı konuların bilerek
ya da farkında olmaksızın ön plana taşındığına şahit olduk.
Örneğin emekli olup da Bağ-Kur'lu sayılmayı gerektirecek
şekilde bağımsız çalışmasına devam eden kişilerin
ödeyecekleri sosyal güvenlik destek priminin abartıldığını
gördük. Oysa sayısı milyonlarla ifade edilip nüfusun önemli
bir kesimini oluşturan bağımsız çalışan (Bağ-Kur'lu)ve
ailelerinin prim borçlarının olması halinde sağlık yardımı
alamamaları buna göre çok daha önemli bir sorun olarak
yaşanmaya devam etmektedir.
REFORM KAPSAMI
Yine tartışılmayan bir boyut da reform kapsamında yapılacak
dönüşümlerin uygulanabilirliği konusudur. Gerek kamunun ve
gerekse de özel olarak sosyal güvenlik kurumlarının bilgi
altyapıları, gelenekleri, örgütlenmeleri v. b. açısından
uygulamada ortaya çıkabilecek sorunların gözardı edildiğini
gördük. Malum bizde kervanın yola çıktıktan sonra
tamamlanması anlayışı hakimdir.
Üzerinde hiç durulmayan bir konu da yapılması gereken
değişikliklerin zamanlama ve sıralamasının ne olacağıdır.
Örneğin zorunlu genel sağlık sigortası ve sosyal yardımların
tek elde toplanması için önce SGK'nın kurumsal
yapılanmasının tamamlanması mı beklenecektir? Yoksa reformun
dört boyutunda da adımlar aynı anda mı atılmalıdır? Hemen
belirtelim bu soruların her biri üzerinde çok özenli
çalışmalar yapılmasını gerektirecek önemdedir.
Örneğin, SGK'nın taşra yapılanmasında birçok yerleşim
yerinde merkez müdürlükleri açılması gerekmekte. Bu
birimlerin kuruluşları da hızla devam etmekte. Ancak genel
sağlık sigortası ve sosyal yardımların SGK'ya devri
geciktikçe açılan bu yeni birimlerin atıl kapasitede
çalışması söz konusu oluyor. Yine örneğin açılan merkez
müdürlüklerinin fiziki imkan ve bilgi işlem altyapısı olarak
ileride yeterli olup olmayacakları da bilinmemektedir.
ÖNEMLİ AŞAMA
Reformun önemli aşamalarından birisi de zorunlu genel sağlık
sigortası uygulamasıdır. 5510 sayılı kanuna göre uygulamanın
01.10.2008 tarihinde yürürlüğe girip başlatılması
gerekmekteydi. Ancak uygulamanın o tarihte başlatılamayacağı
baştan belliydi zaten. Son dakika kanun değişikliğiyle
başlangıç 01.10.2010 tarihine ertelendi. Bu yeni tarih de
yaklaştıkça konu tekrar gündeme gelmeye başladı. Hatta
bazıları 01.10.2010'da kendi çapında kıyamet kopacağını
yazmaya başladılar. Kısmen haklı oldukları yönler de var.
Bugüne kadar hiç prim ödemeyen kişilere zorunlu genel sağlık
sigortası primi ödeme yükümlülüğü getiriliyor. Kısacası
uygulama onlar açısından "acıtıcı." Peki yükümlülük
getirilen kişiler kimler? Bunların kim olduğunu belirtmek
için ters mantık kullanmak daha doğru olur. Kimlerin prim
ödeme yükümlülüğü olmadığını sayarak prim ödeyeceklere
ulaşabiliriz.
5510 sayılı kanunun 4. maddesine göre çalışıp sigortalı
olanlar ve isteğe bağlı sigorta primi ödeyenler ile bunların
bakmakla yükümlü oldukları eşleri; 18 yaşını lise ve dengi
öğrenim görmesi halinde 20 yaşını; yüksek öğrenim yapması
halinde 25 yaşını doldurmayan çocukları ile ana babaları
prim ödeme yükümlüsü değiller. Hemen belirteyim 5510 sayılı
kanunun 4. maddesine göre çalışanlar 4/a (eski SSK), 4/b
(eski Bağ-Kur) ve 4/c (eski Emekli Sandığı iştirakçisi)
statüsünde çalışanlardır. Bu statülerde çalışıp emekli
olanlar ile bakmakla yükümlü olduğu kişiler de prim ödeme
yükümlüsü değiller.
Sigortalı çalışması, isteğe bağlı prim ödemesi ya da
emekliliği olmayan kişiler ve bunların hak sahipleri dışında
kalanların ise aile içindeki gelirlerinin kişi başına düşen
miktarına bakılacak. Aile içindeki gelir hesaplaması ise
ailenin harcamaları, taşınır ve taşınmaz malları ile
bunlardan doğan hakları da dikkate alınarak, kurumca
belirlenecek test yöntemleri ve veriler kullanılarak tespit
edilecektir. Bu hesaplamada aile içinde kişi başına düşen
geliri asgari ücretin üçte birinden az olduğu anlaşılanlar
da prim ödeme yükümlülüğünden kurtulacaklar. Çünkü onların
primlerini devlet ödeyecek. Tıpkı 18 yaşını doldurmamış
çocuklarda olduğu gibi.
AİLE İÇİNDE
Aile içinde kişi başına düşen geliri asgari ücretin üçte
birinden fazla olduğu saptanan kişilerin kademeli olarak
prim ödeme yükümlülüğü doğuyor. Çocuklar açısından ise
sigortalıların çalışmayan kız çocukları evleninceye kadar
babalarından sağlık güvencesi almaktaydılar. Artık onlar da
erkek çocuklarıyla aynı statüde değerlendirmeye tabi
olacaklar. Öğrenim durumuna göre 25 yaşından sonra gelir
testine tabiler.
İşte sorun da burada başlıyor. Bir kere prim ödeme yükümlüsü
bu kişilerin kim olduğunun saptanması ve en önemlisi de
gelir testinin nasıl yapılacağının belirlenmesi gerekiyor.
Hemen belirtelim SGK'nın bu yöndeki hazırlıklarının
01.10.2010 tarihine yetişmesi mümkün değil. Zaten konunun
daha fazla suistimal edilmemesi için de uygulamanın
01.10.2012 tarihine erteleneceği önceden açıklandı. Bizce bu
ertelemeler daha da devam eder gider. Çünkü konu sadece
gelir testlerinin belirlenmesiyle bitmiyor. Sosyal
yardımların SGK'ya devri, yeşilkart uygulamasının ne şekilde
devam edeceğinin de karara bağlanması gerekiyor. Bu ise
siyasi nitelikleri ağır basan sosyal politika meselesi.
Celal Kapan / Y.asır
|