Değişen iş hayatı ve kısa çalışma ödeneği
Uzun süren II. Dünya Harbi
sırasında ülkeler, beşeri ve maddi tüm kaynaklarını
savaşa hasrettiler ve doğal olarak sadece orduların
ihtiyaç duyduğu malları ürettiler. Bu nedenle, savaş
sona erdiğinde, sivil yaşam için gerekli malların
neredeyse hepsi yoklar listesindeydi.
Böyle bir ekonomik ortamda, işletmelerin tek kaygısı,
mümkün olduğunca çok üretmekten ibaretti. Yöneticinin,
işçinin ve makinelerin görevi aynı maldan olabildiğince
fazla miktarı, en kısa sürede imal ederek, bir an önce
ürüne aç olan iç ve dış pazara arz etmekti. Tüketiciye
düşen de, kendisi için uygun görülen ürünlerden
gelirinin elverdiği ölçüde en fazlasını satın almaktı.
Yani, zaman seri üretim (mass production) zamanıydı.
Ancak, küreselleşmenin hızlandığı 1980'li yıllardan
itibaren her şey değişti, değişiyor. Globalizmin
getirdiği keskin rekabet sonucu, seri üretim gözden
düştü. Artık tüketici, her gün değişen tercihlerine
uygun mal ve hizmetleri görmek istiyor, imalatçıların,
pazarlamacıların kendisi namına karar vermesine razı
değil. Böylece, kitlesel üretim yerine, sipariş üzerine
üretim yapma zorunluluğu kendini hissettiriyor.
Bu durum, işletme yaşamına yansıyor ve koşullar esnek (flexibl)
çalışma kavramını kendiliğinden ortaya çıkarıyor. Seri
üretimin sadece bir-iki malın imalatına yarayan makine
ve ekipmanları yerini, pazardaki talebin seyrine göre
farklı farklı ürünleri yapabilen çok maksatlı makinelere
bırakıyor. Seri imalatta işçi ve mühendislerin her gün
aynı işleri yapması gerekirken, sipariş üzerine üretimde
tüm çalışanların yeni işlere, yeni yöntemlere çabucak
adapte olması bekleniyor. İşçilerin, mühendislerin,
memurların yıllık izinler haricinde kalan senenin her iş
günü çalışması, haftada 5-6 gün, sabahtan akşama kadar
mesaiye devam edilmesi şeklindeki klasik çalışma düzeni
giderek sürdürülmesi güç hale geliyor. Emeğin, alınan
siparişlerin gerekli kıldığı süre kadar istihdamı
gündeme geliyor. Piyasalar şirketlere ne kadar çalışma
imkânı tanıyorsa, şirket yönetimleri de çalışanlarına
aynı derecede çalışma imkânı sunabiliyor. Alınan
siparişler yüklü olduğunda, eskisi gibi tam zamanlı
hatta günde iki veya üç vardiyalı mesailer yapılıyor,
siparişler yetersiz kaldığında ise haftada 2-3 günlük
çalışma ile yetiniliyor.
Esnek çalışma günleri ve saatleri işvereni siparişlerin
seviyesine göre, her defasında işçi almak veya çıkarmak
maddi-manevi külfetinden, aşırı personel devrinin
verimsizliğinden ve piyasada meydana getireceği olumsuz
izlenimlerden kurtarıyor. Sonuçta, işletme rekabet
gücünü yükselterek, iş kolundaki varlığını
sürdürebiliyor. Çalışanlar da, işlerin zayıf olduğu
dönemlerde işsiz kalmıyor, daha kısa sürelerde de olsa
çalışarak işine devam ediyor.
İşçilere tanınan hak ve imkânlarda en ileri düzeyi
yakalamış bulunan Avrupa Birliği ülkeleri bu
özelliklerini esnek çalışma koşulları sayesinde
sürdürebiliyor. Öyleyse, esnek çalışmanın işçi
haklarında bir gerileme ifade ettiğini düşünmek de
yersiz.
Global krizin istihdam üzerindeki etkilerini asgaride
tutmak isteyen hükümet, "ekonomik" kriz veya işverenin
kontrolü dışındaki başka "zorlayıcı nedenlerle", esnek
çalışma sistemine geçmek isteyen firmalara kısa çalışma
ödeneği verilmesini kararlaştırdı. Bununla ilgili
düzenleme, "Kısa Çalışma ve Kısa Çalışma Ödeneği
Hakkında Yönetmelik" ile 13 Ocak 2009 tarihli Resmi
Gazete'de yayımlandı. Yasada, kısa çalışma ödeneği
ödenmesi işçinin belli süre sigortalı çalışmış olması
şartına bağlanmış olup, sigortalılara ödenecek ödeneğin
günlük miktarı en az 255 TL en fazla 510 TL olacak ve
kısa çalışma süresi 3 ayı geçmeyecek.
Daimler, Krupp, Bosch gibi dünya devlerinin küresel
krizin gerilettiği siparişler nedeniyle kısa çalışma
uygulamasına başladığı bir ortamda, işletmelerimizin,
işçilerimizin devlet tarafından bu şekilde
desteklenmesindeki isabeti tartışmaya gerek var mı?
SAMİ USLU
Zaman
s.uslu@zaman.com.tr
30 Ocak 2009, Cuma
|