Gelir Vergisi
mükelleflerinde zarar mahsubu
Gelir Vergisi Yasası'nın 88. maddesi gereği olarak
"gelirin" beyanname üzerinde toplanmasında gelir
kaynaklarının bir kısmından hasıl olan zararlar diğer
kaynakların kazanç ve iratlarına mahsup edilmektedir.
Ancak yasal düzenleme gereği olarak sözü edilen yasanın
80. maddesinde yazılı olan diğer kazanç ve iratlardan
doğan zararlar indirim konusu yapılamamaktadır.
Başka bir anlatımla "diğer kazanç ve iratlara konu
işlemlerin birinden doğan zararın diğerinden doğan kâra
mahsubu mümkün değildir. Örneğin menkul kıymet alım
satımından zarar eden bir kişinin bu zararını, arizi
serbest meslek faaliyetinden elde ettiği gelire mahsup
edilmesi mümkün değildir.
Menkul ve gayrimenkul sermaye iratlarında gider
fazlalığından doğanlar hariç, sermayede vukua gelen
eksilmeler ise zarar olarak kabul edilmemektedir. Ancak
gayrimenkul sermaye iratlarında, iktisap bedelinin yüzde
5'inin beş yıl süreyle indirilmesi uygulamasındaki gider
(GVK Mad: 74/4) ve kira ile oturulan konutun kira
bedelinin elde edilen kira gelirinden indirilmesi
uygulamasındaki gider (GVK Mad. 74/14) hariç olmak
üzere, gider fazlalığından doğan zararların diğer gelir
unsurlarında oluşan kazanç ve iratlardan mahsubu
mümkündür."
Faaliyeti sona eren ticari ve zirai işletmelerin; geçmiş
yıl zararlarının ve faaliyeti sona erdirdiği yıl oluşan
zararların da mahsubu söz konusu değildir. Buna paralel
olarak Gelir Vergisi uygulamasında sermayede meydana
gelen kayıpların da zarar olarak kabul edilerek diğer
unsurlarından indirilmesi de mümkün değildir.
Ticari ve zirai faaliyetlerin özelliği, belli bir
dönemde meydana gelen zararın işletme zararı niteliği
taşıyabilmesi, sermayede kesin bir kaybı ifade etmeyecek
olmasıdır. Buna bağlı olarak ticari ve zirai faaliyet
gibi sermayeye dayalı bir organizasyonda kesin sonuç
vergilendirme dönemini oluşturan takvim yılından daha
uzun süre içinde alınır.
Daha uzun süre içinde ortaya çıkacak gerçek ve kesin
sonuç belli olmadan sermayedeki kayıp faaliyetin normal
gereği olarak kabul edilir ve bu tür zararlar işletme
zararı olarak değerlendirilir. Bu tür zararlar ilke
olarak aynı yıl veya ileriki yıllarda, diğer gelir
unsurlarından mahsup edilebilmektedir. Bu tür zararların
mevcut yasal düzenlemeler çerçevesinde beş yıl
içerisinde mahsubu mümkündür.
Kolektif ve komandit şirketlerin tasfiye dönemlerinde
doğan zararları, ortakların diğer gelirlerinden doğan
kazanç ve iratlarına mahsubu mümkün değildir. Çünkü
tasfiye dönemlerindeki kâr ve zararlar, tam anlamıyla
sermayede meydana gelen bir eksilme niteliğindedir.
Adi komandit şirketlerde komanditer ortaklar şirketten
hisselerinde isabet eden zararı, diğeri gelir
unsurlarından doğan kârlarla mahsup edemezler. Çünkü,
komanditer ortağın elde etmiş bulunduğu gelir menkul
sermaye iradı olarak vergilendirilmektedir.
Gelir Vergisi uygulaması açısından birbirini izleyen
birden fazla yılın faaliyet sonucu zararlı olduğunda,
sonraki yılların gelirinden, öncelikle en önceki yıl
zararlarından başlanarak mahsup yapılır. Sıraya uyulması
ve beş yıllık zarar mahsup süresi geçirilmemiş olması
koşuluyla zarar mahsubu hakkının mükelleflerce
kullanılması mümkündür.
Örneğin Bay (A) ticari faaliyetinden 2008 yılında 40.000
TL mali kâr elde etmiş olduğunu, buna karşılık
kendisinin 2006 yılında 10.000 TL, 2007 yılında ise
50.000 zarar ettiğini varsayacak olursak, bu durumda
öncelikle 2006 yılı zararını indirim konusu yapması,
bilahare kalan kısımdan 2007 yılı zararının 30.000
TL'lik kısmını mahsup etmek suretiyle 2007 yılından
indirim konusu yapamadığı (50.000-30.000) 20.000 TL
zararı gelecek yıla taşıması gerekecektir.
Ayrıca, yasal düzenleme gereği tam yükümlü mükellefler
yurtdışındaki faaliyetlerinden doğan zararlarını da
Türkiye'deki kazançlarından mahsup edebilmektedir. Buna
göre yurtdışındaki faaliyetlerden doğan zararların
faaliyette bulunulan ülkenin vergi yasalarına göre beyan
edilen vergi matrahları esas alınarak (zarar-dahil) o
ülke mevzuatına göre denetim yetkisi verilen
kuruluşlarınca rapora bağlanması ve bu raporun aslı ve
tercüme edilmiş bir örneğinin Türkiye'de ilgili vergi
dairesine ibrazı gerekmektedir.
Denetim kuruluşlarınca hazırlanacak raporun ekinde yer
alan vergi beyanlarının, bilanço ve kâr-zarar
cetvellerinin (gelir tablosunun) o ülkedeki yetkili mali
makamlarca onaylanması zorunludur. Faaliyette bulunulan
ülkede denetim kuruluşu olmaması halinde, her yıla ait
vergi beyannamelerinin o ülke yetkili makamlarından
alınan birer örneğinin mahallindeki Türk elçilik ve
konsoloslukları, yoksa orada Türk menfaatlerini koruyan
ülkenin aynı mahiyetteki temsilcilerine onaylatılarak,
aslının ve tercüme edilmiş bir örneğinin ilgili vergi
dairesine ibrazı zarar mahsubunun yapılabilmesi için
yeterli olmaktadır.
Yurtdışı zararlarını, Türkiye'de elde edilen kazanç ve
iratlardan mahsup etmek isteyen mükelleflerin, yurtdışı
faaliyet sonuçlarını her yıl yukarıda belirtilen şekilde
belgelendirmeleri zorunludur. Aksi takdirde yurtdışında
doğan zararın, Türkiye elde edilen gelirden mahsubu
mümkün değildir.
Veysi Seviğ
Referans/27.03.2009 |