İFLAS EDEN ŞİRKETTE
GENEL MÜDÜRÜN SORUMLULUĞU
SORU: Genel müdür olarak görev almış bulunduğum şirket
iflas etmiş olup, iflas işlemleri iflas idaresi
tarafından sürdürülmektedir. Ancak söz konusu şirketin
iflas masasında işlemleri sürdürülürken benim evime de
ödeme emri gönderilmiş bu konuda iflas idaresine yapmış
bulunduğum başvuruya rağmen hakkımda haciz işlemi
uygulanmıştır. Bu işlem yasal mıdır?
YANIT: Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki
Yasa'nın 55'inci maddesi uyarınca amme alacağını
vadesinde ödemeyenlere 7 gün içinde borçlarını ödemeleri
veya mal bildiriminde bulunmaları gereği bir ödeme emri
ile tebliğ olunmaktadır.
Ödeme emrine borcun asıl ve ferilerinin mahiyeti ve
miktarları, nereye ödeneceği, müddetinde ödenmediği veya
mal bildiriminde bulunulmadığı takdirde borcun cebren
tahsil ve borçlunun mal bildiriminde bulununcaya kadar
üç ayı geçmemek üzere hapis ile cezalandırılacağı
kayıtlı bulunur.
Aynı yasanın 58'inci maddesi hükmü gereği olarak
kendisine ödeme emri tebliğ olunan şahıs;
* Böyle bir borcu olmadığını,
* Veya borcu kısmen ödediğini,
* Borcun zamanaşımına uğradığını,
Ödeme emrini tebellüğ ettiği tarihten itibaren yedi gün
içerisinde yetkili vergi mahkemesinde dava açmak
suretiyle itiraz edebilir.
Diğer yandan Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki
Yasa'nın mükerrer 35'inci maddesi uyarınca
"Tüzelkişilerle küçüklerin ve kısıtlıların, vakıflar ve
cemaatler gibi tüzelkişiliği olmayan teşekküllerin
malvarlığından tamamen veya kısmen tahsil edilemeyen
veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacakları
yasal temsilcilerin ve tüzelkişiliği olmayan teşekkülü
idare edenlerin şahsi malvarlıklarından tahsil edilir.
Yasa maddesinde tanımı yapılan "Tahsil edilemeyen amme
alacağı" amme borçlusunun yasa hükümlerine göre yapılan
mal varlığı araştırması sonucunda haczi kabil herhangi
bir mal varlığı bulunmaması, haczedilen malvarlığının
satılarak paraya çevrilmesine rağmen satış bedelinin
amme alacağını karşılamaması gibi tahsil edilemeyen amme
alacaklarını ifade eder.
"Tahsil edilemeyeceği anlaşılan amme alacağı terimi" ise
amme borçlusunun haczedilen malvarlığına biçilen
değerlerin amme alacağını karşılamayacağının veya
hakkında iflas kararı verilen amme borçlusundan aranılan
amme alacağının iflas masasından tahsil edilemeyeceğinin
anlaşılması gibi nedenlerle tahsil dairelerince
yürütülen takip mameleklerinin herhangi bir aşamasında
amme borçlusundan tahsil edileceği ortaya çıkan amme
alacaklarını ifade eder.
Diğer yandan A Seri (1) numaralı Tahsilat Genel
Tebliği'nin "Kanuni Temsilcilerin Sorumluluğu" başlıklı
bölümünün 7'nci maddesinde "Amme borçlusu nezdinde
sürdürülen takip işlemleri sonucunda tamamen veya kısmen
tahsil edilemeyen veya tahsil edilemeyeceği anlaşılan
amme alacakları, kanunun 3'üncü maddesinde yer alan
tanımlamalardaki hususlar dikkate alınmak suretiyle
yapılacak işlemlere dayanılarak tespit edilecek ve
maddede belirtilen tespitlerden herhangi birinin varlığı
halinde kanuni temsilciler hakkında takip yapılabilmesi
için yeterli şartların oluştuğu kabul edilerek, takip
işlemlerine kanuni temsilciler adına Amme Alacaklarının
Tahsil Usulü Hakkındaki Yasa'nın 55'inci maddesine göre
düzenlenecek ödeme emri tebliğ suretiyle başlanacaktır"
denilmektedir.
Dolayısıyla söz konusu yasal düzenlemeler çerçevesinde
iflas masasından tahsil edilemeyeceği konusunda bilgi
alınması halinde alacağın bu defa kanuni temsilcilerden
aranması mümkün olabilmektedir. Bir başka anlatımla
"İflas halindeki şirketin vergi borcunun iflas
masasından tahsil edilemeyeceğinin anlaşılması halinde
kanuni temsilci hakkında takibat" yapılabilmektedir. (V.
Seviğ)
YARGI KARARLARINDA VERGİ SUÇLARINDA İŞTİRAK
1. Danıştay Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu'nun
E.1995/280, K.1997/151 sayı ve 6.3.1997 tarihli
kararında
"(...) davaya konu kaçakçılığa iştirak cezasının,
nezdinde inceleme yapılan kişi ve kuruluşların Katma
Değer Vergisi yönünden bağlı bulundukları vergi
dairelerince ve ziyaa uğratılan vergiye ait
beyannamelerin ilgili bulunduğu dönemler göz önüne
alınarak kesilmesi gerekirken davalı idare tarafından 13
ayrı mükellef adına kesilen kaçakçılık cezaları
toplamının bir kalemde ve bir ihbarname ile davacıdan
aranmasının kanuna uygun olmadığı gerekçesiyle davanın
kabulüne karar veren ve Danıştay 9. Dairesi'nin bozma
kararına direnen yerel mahkeme kararının, aynı gerekçe
ile onanmasına (...)".
2. Danıştay 4. Dairesi'nin E.2002/2900, K.2004/219 sayı
ve 12.2.2004 tarihli kararı
"VUK'nın olay tarihinde yürürlükte olan 338. maddesinde
ayrı ayrı maddi menfaat gözetmek şartıyla birden fazla
kişi kaçakçılık yaptıkları veya kaçakçılığa teşebbüs
sayılan fiilleri irtikap ettikleri veya doğrudan doğruya
beraber işlemiş oldukları takdirde her biri hakkında,
iştirak ettikleri suçlar için bu kanunda yazılı
cezaların uygulanacağı, 3. maddede, vergiyi doğuran olay
ve bu olaya ilişkin muamelelerin gerçek mahiyetinin esas
olduğu, 134. maddede ise vergi incelemesinden maksadın
ödenmesi gereken verginin doğruluğunu araştırmak, tespit
etmek ve sağlamak olduğu belirtilmiştir. (...) Buna göre
kaçakçılık suçuna iştirakten söz edilebilmesi için
iştirak edilen vergi suçunun kaçakçılık suçu veya
kaçakçılığa teşebbüs sayılan eylemlerden olması,
kaçakçılığı birden fazla kişinin yapması veya
kaçakçılığa teşebbüs sayılan eylemlerin birden fazla
kişi tarafından irtikap edilmesi ya da doğrudan doğruya
birlikte işlenmesi, birlikte kaçakçılık yapanların veya
kaçakçılığa teşebbüs sayılan fiilleri işleyenlerin her
birinin ayrı ayrı menfaat gözetmiş olası, bu üç koşulun
gerçekleşmesi ve bütün bu hususların kesin olarak ortaya
konularak saptanması gerekmektedir. (...) Yukarıda
anılan yasa hükümlerinde öngörülen menfaat elde edildiği
yolunda hiçbir somut tespit içermeyen eksik ve varsayıma
dayalı olarak sadece mali poliste alınan ifadeler esas
alınarak düzenlenen vergi inceleme raporuna dayalı
olarak kesilen kaçakçılığa iştirak cezasının
kaldırılması gerekirken davayı reddeden yerel mahkeme
kararında isabet görülmemiştir."
3. Danıştay 4. Dairesi'nin E.2005/1231, K.2005/1729 sayı
ve 11.10.2005 tarihli kararı
"VUK'nın 360/1. maddesinde, birden fazla kişinin 359.
maddede sayılan fiillerin icrasına iştirak ettikleri
takdirde fiili irtikap edenlerden veya doğrudan doğruya
beraber işlemiş olanlardan her birinin bundan ayrı ayrı
menfaat gözetmek şartıyla o fiile mahsus ceza ile
cezalandırılacağı, söz konusu filleri işlemeye
azmettirenlere de aynı cezaların hükmolunacağının
belirtildiği, bu düzenleme uyarınca ceza kesilebilmesi
için öncelikle bir kaçakçılık suçu işlenmesi ve
kişilerin bu kaçakçılık suçunun işlenmesine fiilleri ile
katkıda bulunarak kaçakçılık suçunun gerçekleşmesine yol
açmaları ve bunun sonucu maddi menfaat temin etmiş
olmaları gerekmektedir. Olayda işlenildiği belirtilen
kaçakçılık suçunun .. Ltd. Şti.'nin ortağı .. tarafından
gerçekleştirildiği yolunda inceleme raporu düzenlendiği
ve raporda, davacının kaçakçılık suçunun işlenmesine
fiili ile katkıda bulunduğuna dair somut bir tespite yer
verilmediği gibi davacının bir dönem söz konusu firmanın
muhasebecisi olmasının ya da kaçakçılık fiilini
işledikleri ileri sürülen kişilerin yanında işçi olarak
çalışıyor olmasının tek başına davacının da kaçakçılık
suçuna iştirak ettiğini göstermeyeceği açıktır. Ayrıca,
davacının söz konusu olayda menfaat temin ettiğine dair
bir kanıta da yer verilmemiştir. Bu gerekçelerle davanın
kabulüne karar veren yerel mahkeme kararı aynı
gerekçelerle onanmıştır."
4. Vergi Dava Daireleri Genel Kurulu'nun E.2001/64,
K.2001/295 sayı ve 28.9.2001 tarihli kararı
"(...) kaçakçılığa iştirak cezasının kesilebilmesi esas
fail hakkındaki kaçakçılık cezalı tarhiyatın kesinleşmiş
olması, fatura düzenleyicisinin de suça doğrudan
katıldığının ve yanıltıcı belge düzenlemekten pay
aldığının sabit olması gerekmektedir."
ÖZELGELERDE DEĞERLEME
1. Adana Vergi Dairesi Başkanlığı'nın 6.7.2009 tarih ve
2017 sayılı özelgesi
"VUK'nın 267. ve 72. maddeleri hükümleri gereğince, kaza
sonucu değeri düşen malların takdir komisyonunca takdir
edilecek emsal bedelleri ile malların maliyet bedelleri
arasındaki tutarın stok maliyetlerinden indirilerek
dönem hesabına gider yazılması mümkündür. Bununla
beraber, hasar gören araç için sigorta şirketi
tarafından tazminat ödenmesi veya bu aracın satılması
halinde elde edilen hasılata göre kâr veya zarar
hesabına kaydedilir."
2. İstanbul Vergi Dairesi Başkanlığı'nın 19.6.2007 tarih
ve 280 sayılı özelgesi
"Şirketin yaptığı alışveriş merkezinin asansör siteminin
yapılması için bir başka şirketle yapılan sözleşmeye
istinaden, 2006 yılı 7 ila 12. aylar arasında döviz
üzerinden düzenlenen 6 adet senet karşılığında yapılan
avans ödemeleri esnasında, dövizin değer kaybetmesi
nedeniyle şirket lehine oluşan kur farklarının, söz
konusu sabit kıymetlerin aktifleştirme işleminin
gerçekleştiği dönem sonuna kadar oluşan kısmının sabit
kıymetlerin maliyeti ile ilişkilendirilmesi,
aktifleştirildikten sonraki döneme ilişkin olanların ise
kur geliri olarak değerlendirilmesi veya maliyetten
düşülmek suretiyle amortismana tabi tutulması gerekir.
Avans ödemelerinin, alıcı için satıcı firmadan alacağı
mal karşılığında bir alacağı teşkil ettiğinden, şirketin
makine alımı için satıcı firmaya döviz cinsinden ödediği
avans, hesap dönemi sonlarında borsa rayici ile yabancı
paranın borsada rayici yoksa Maliye Bakanlığı'nca tespit
edilen kur esas alınmak suretiyle değerlenmesi ve ortaya
çıkan kur farkının dönem kazancıyla ilişkilendirilmesi
gerekir. Bu arada, ticari kazancın tespitinde tahakkuk
esası cari olduğundan 2007 yılı vadeli ve 2007 yılında
ödenecek olan dolar senetlerinin 31.12.2006 tarihinde
değerlemeye tabi tutulması söz konusu değildir.
3. Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı'nın
16.4.2009 tarih ve 12681 sayılı özelgesi
"Son kullanma tarihi geçtiğinden veya nakliye sırasında
ezilerek ambalajı bozulmuş olduğundan dolayı ticari
değeri düşen malların takdir komisyonunca takdir
edilecek emsal bedeli ile malların maliyet bedeli
arasındaki tutarın stok maliyetlerinden indirilerek
dönem hesabına gider olarak yazılması gerekir. Bununla
beraber, ticari değeri olmayan söz konusu malın
satılması halinde elde edilen hasılata göre kâr veya
zarar hesabına gerekli kayıt yapılır."
4. Büyük Mükellefler Vergi Dairesi Başkanlığı'nın
6.7.2009 tarih ve 23048 sayılı özelgesi
"Taraflar arasında imzalanan ‘Lastik Kiralama
Sözleşmesi'nin yükümlülüklere ilişkin hükümleri
değerlendirildiğinde ve ayrıca araç lastiklerinin
faydalı ömrünün 2 yıl olarak belirlenmiş iken sözleşme
süresinin 3 yıl olarak belirlenmiş olması karşısında,
sözleşme kapsamında lojistik ve taşıma şirketlerine
kiralanan araç lastiklerinin VUK'nın finansal kiralamaya
ilişkin mükerrer 290. maddesi kapsamında
değerlendirilmesi gerekir. Bu kabulle, kiralama süresi
boyunca kiracı tarafından yapılacak kira ödemelerinin
toplam tutarı (anapara, faiz) alacak olarak aktife
alınır. Diğer yandan, aktifleştirilen alacak tutarı ile
kira ödemelerinin bugünkü değeri arasındaki fark ise
gelecek dönemlere ait faiz gelir olarak pasifleştirilmek
suretiyle değerlenerek kayıtlara intikal ettirilir.
Kira geliri sahibi de eğitim giderini vergiden
indirebilir
Mükellefler beyan ettikleri gelirin yüzde 10'unu aşmamak
kaydıyla kendisi, eşi ve çocuklarına ilişkin yaptıkları
eğitim ve sağlık harcamalarını Gelir Vergisi'nde indirim
konusu yapabilirler.
SORU: Bağ-Kur emeklisiyim. Gayrimenkul sermaye iradım
nedeniyle vergi mükellefiyim. Yıllık Gelir Vergisi
beyanım üzerinden üniversite öğrencisi olan biri 21,
diğeri 23 yaşındaki iki çocuğum için özel bir kurstan
almakta oldukları yabancı dil dersi için ödemekte
olduğum kurs parasını indirim konusu yapabilir miyim?
YANIT: Gelir Vergisi Yasası'nın "Diğer indirimler"
başlıklı 89'uncu maddesi uyarınca "Gelir Vergisi
matrahının tespitinde Gelir Vergisi beyannamesinde
bildirilecek gelirlerden aşağıdaki indirimler
yapılabilir" denilmiş, söz konusu maddenin ikinci
fıkrası gereği olarak da beyan edilen gelirin yüzde
10'unu aşmamak koşuluyla Türkiye'de yapılması ve Gelir
veya Kurumlar Vergisi mükellefiyeti bulunan gerçek veya
tüzelkişilerden alınacak belgelerle tevsik edilmesi
şartıyla, mükellefin kendisi, eşi ve küçük çocuklarına
ilişkin olmak üzere yapılan eğitim ve sağlık
harcamalarının beyanname üzerinde indirim konusu
yapılabileceği hususu hükme bağlanmış bulunmaktadır.
Yasa maddesinin incelenmesinden anlaşılacağı üzere küçük
çocuklar için yapılacak olan eğitim harcamaları yıllık
Gelir Vergisi beyannamesi üzerinde indirim konusu
yapılabilecektir.
Küçük çocuklar kavramı ise Türk Medeni Kanunu'nun
11'inci maddesinde belirlendiği üzere on sekiz yaşını
doldurmamış olan kişileri ifade etmektedir. Bir başka
anlatımla on sekiz yaşını dolduran çocuklar "küçük
çocuk" tanımlaması dışında kalmaktadır.
Gelir Vergisi Yasası'nın 89'uncu maddesinin ikinci
fıkrasında yer alan düzenleme gereği olarak
mükelleflerin 18 yaşından küçük çocukları için yapmış
oldukları eğitim harcamaları, yıllık beyan edilen gelir
toplamının yüzde 10'unu aşmamak üzere beyanname
üzerinden indirim konusu yapılabilecektir.
Bu hüküm uyarınca 18 yaşını doldurmuş bulunan
çocuklarınız için ödemekte bulunduğunuz yabancı dil kurs
ücretleri, çocuklarınız "küçük çocuk" olmamaları
nedeniyle beyanname üzerinden indirim konusu
yapılamayacaktır.
Konuya ilişkin olarak benzer bir olayda İstanbul Vergi
Dairesi Başkanlığı Mükellef Hizmetleri Gelir Vergileri
Grup Müdürlüğü'nün özelgesi mevcuttur. (Özelge için
bakınız Legal Mali Hukuk Dergisi Sayı: 56 Sf: 1650 51,
Özelge No: B.07.4.DEF.034.11/GVK89/2.13.03.2009 5787
GVK89/26076)
Veysi Seviğ - Bumin Doğrusöz
25.11.2009 |