Vergi ceza sistemimizin aksaklıkları ve öneriler
Vergi Usul Kanunu'nun 344/1
maddesinde, fiilleriyle vergi kaybına yol açacaklara
verilecek vergi cezası, kayba uğratılan verginin bir
katı olarak belirlenmiştir. Ancak kanun, vergi kaybına
yol açan fiilin aynı zamanda, kanunun 359. maddesinde
hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılan fiillerden
olması halinde cezanın üç kat olarak uygulanmasını
öngörmüştür. (Md.344/2.)
Ancak gerek 359. madde düzenlemesi gerekse yukarıda
aktardığımız düzenlemeler uygulamada son derece sorunlu
düzenlemelerdir. Bu sorunlar, bu günlerde kamuoyunun
gündeminde bulunan Doğan Yayın Holding'e kesilen
cezalarla tekrar kendini göstermiştir.
Bu sorunlara zaman zaman dikkat çekmiştik. Bu yazımızda
da konu hazır gündemdeyken satır başları itibariyle
tekrar dikkatleri bu sorunlara çekelim istiyorum.
359. madde, aktif ve Hazine'yi kandırmaya yönelik hileli
hareketlerle vergi kaybına yol açılmasını hürriyeti
bağlayıcı ceza ile cezalandırmaktadır. Bu hareketler,
sahte veya yanıltıcı belge düzenleme yahut kullanma,
çift defter tutma, ibraz etmeme, gerçekte olmayan
kişiler aleyhine hesaplar açma gibi kanunda açık şekilde
tanımlanmış hareketlerdir. Ancak bu hareketlerin
içerisinde "muhasebe hilesi" gibi, tanımı olmayan ve
kapsamı ne içtihatlarda ne de doktrinde belirlenen
fiillere de yer verilmiştir. Uygulamacılar ve kişiler
için en önemli tehlike, bu şekilde tanımsız suçlardır.
Çünkü suçun içeriği bakış açınıza ve amacınıza göre
değişkenlik gösterebilir.
Hangi hareket hatadır, hangi hareket hiledir, hangi
hareket yorum sonucudur? Bu fiilin sınırları çizili
olmadıkça, amortismanın yanlış hesaplanması, değerleme
farkları, kur farklarının yanlış hesaplanması, kazancın
örtülü şekilde dağıtılması, örtülü sermayeye ödenen
faiz, dönem kaymaları kimilerince hata olarak
nitelendirilirken kimilerince de muhasebe hilesi olarak
nitelendirilebilecektir. Suçun maddi unsurunun, hareket
unsurunun kanunda mutlaka çerçevelendirilmesi
gerekmektedir.
Öte yandan 359. maddede yazılı fillerin işlenmesi
halinde suçun oluşumunda "vergi ziyaının" aranmaması da
bir büyük eksikliktir. Vergi hukukunun ceza ihdası,
yalnızca vergi mevzuatına ilişkin kuralların ihlal
edilmesi ve Hazine'nin kaybı halinde söz konusu
olabilir. Eğer kişi, 359. maddede yazılı fillerin
varlığına rağmen vergisini tam olarak ve süresinde
ödemişse, yani Hazine kaybı (vergi ziyaı) yoksa bir
vergi suçunun da söz konusu olmaması gerekir.
Maddenin en büyük eksiği ise suç için "vergi kaçırma
kastı"nın varlığını ve özellikle sahte veya yanıltıcı
belge kullanımında belgenin bu vasfının bilinmesi
koşulunu aramamasıdır. Bu eksiklik uygulamada pek çok
haksızlığa da yol açmaktadır.
Bu eksikliklerin 359. maddede giderilmesi gerekmektedir.
Burada en önemli sorun, mükellef davranışının 359. madde
kapsamında bir fiil olduğuna kimin karar vereceği
konusundadır. Hürriyeti bağlayıcı ceza açısından bu
kararı ceza hâkiminin vereceği açıktır. Ancak idari para
cezası açısından, fiilin hürriyeti bağlayıcı cezayı
gerektirdiğine idare karar vermektedir. Bu düzenleme ve
uygulamanın ise anayasal ilkelerle ve hukukla
bağdaştırması mümkün değildir. Hatta daha da kötüsü,
idarenin yorum ve kararı ile uygulanan ve daha sonra
kesinleşen üç kat cezanın, kişi ceza mahkemesinde beraat
etse dahi, düzeltilme ve bir kata dönüştürme olanağının
olmamasıdır.
Burada uygulama, idarenin önce kayba uğratılan verginin
bir katı cezayı kesmesi, ceza mahkemesinde mahkûmiyet
halinde fark olarak daha sonra iki kat daha ceza kesmesi
şekline dönüşmek durumundadır.
Buradaki bizim asıl önerimiz, üç kat ceza uygulamasının
kaldırılmasıdır. Fiilin 359. maddeye girmesi halinde
dahi idari para cezası yine bir kat olmalıdır. Aradaki
iki katlık fark, idari para cezası olmaktan çıkartılmalı
adli para cezasına dönüştürülmelidir. Bir başka
anlatımla ceza hâkimi suçu sabit gördüğünde hürriyeti
bağlayıcı cezaya ilave olarak, kayba uğratılan verginin
iki katı tutarında da adli para cezasına da
hükmedebilir. Ceza mevzuatının bu şekle dönüştürülmesi
bir hukuki zorunluluktur. Düzenlemenin bu şekle
dönüşmesi hem hukuk ilkelerinin tecellisini sağlayacak
hem de Hazine açısından bir gelir farkı da
yaratmayacaktır. Zira adli para cezasının da idari para
cezasının da gideceği yer Hazine'dir. (Bu önerimin
ayrıntılarını bir başka yazımda daha ayrıntılandıracağım).
Burada karşılaşılan bir başka sıkıntı da fiilin
hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektirmesi nedeniyle idari
para cezasının üç kat kesildiği hallerde uzlaşma yolunun
kapalı olmasıdır. Bu konuda da olması gereken hukuku
daha önce bir yazımda yazmıştım. Burada da kişinin
fiilinin hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektirdiğine ceza
hâkiminin kararı olmaksızın idare kendi başına karar
vermekte ve kişileri uzlaşma şeklindeki bir hukuki yol
veya haktan mahrum bırakabilmektedir. İdareye bu kadar
geniş bir takdir hakkının tanınması, kişilerin hukuk
güvenliği açısından son derece sakıncalıdır.
Düzenlemeleri hukuk ilkelerini bir kenara bırakarak ve
sadece Hazine menfaatini nazara alıp "hep bana adaleti"
ile oluşturduğumuz sürece, bu tip sorunlarımız hiç
bitmeyecektir.
Bumin Doğrusöz
Referans/23.02.2009 |