Ölümün sır dolu bilinmeyenleri
Ahiret inancı ve şuuru; kabri,
dünyanın sıkıntılı hayatından Cennet’e götüren bir
koridor gibi gösterir.Böylece ölüm, çürüyüp yok olup
gitmek değil, sadece bir yer değiştirme, dünya
hayatındaki imtihanın bitmesi sebebiyle vazifeden
ayrılma olarak görünür...
Öldükten sonra Allah tarafından tekrar yaratılarak
diriltileceğimiz ve ölümsüz olarak yaşayacağımız âlemdir
ahiret. Dirileceğimiz güne de ahiret günü veya mahşer
günü adı verilir. Ahiret gününden önce kıyametin kopması
gerçekleşecektir. Kıyametin kopmasından sonra insanlar,
Allah tarafından ikinci defa diriltilip iyilik ve
kötülüklerin karşılığını almak üzere Allah’ın huzurunda
toplanacaklardır. Rabbimiz için insanlar öldükten sonra
onları diriltmek çok kolaydır. Yüce Mevla bunu Kur-an’ı
Kerim’de şöyle bildirir:
"Mahlûkları ilkin yoktan yaratan, ölümden sonra da
dirilten O’dur. Bu diriltme O’na göre pek kolaydır.
Göklerde ve yerde en yüce sıfatlar onundur. Gerçekten O
mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir." (Rum
suresi, 27. ayet)
Dünya’da her gün milyonlarca canlıyı yoktan var eden
ilahi kudrete yine yoktan yarattığı insanı ölümden sonra
ikinci defa nasıl yaratabilir, denilebilir mi? Gözümüzün
önünde kışın beyaz sayfasını çevirip bahar ve yazın
yeşil yaprağını açarak yeryüzü kitabını en güzel şekilde
yazan, her ağacın, her bitkinin programını onun küçücük
çekirdeğinde saklayıp muhafaza eden Zat, vefat eden
insanların ruhlarını nasıl muhafaza edecek denilebilir
mi?
www.muhasebenet.net
Dünyayı ve sayısız küreleri, yıldızları kudret elinde
top gibi yuvarlayan, tespih taneleri gibi çeviren Cenab-ı
Hakk’ın hiçbir zorlukla karşılaşmadan yarattığı
insanları tekrar diriltmesinde O’nun için hiçbir zorluk
olamaz. Bahar mevsiminde bütün bitkileri ve çiçekleri
yaratmak, O’nun kudretine bir çiçek yaratmak kadar
kolaydır. Hiçbir şey onun kudretine zor gelmez.
ÖLÜM, YOKLUK DEĞiL
Ahiret inancı ve şuuru; kabri, dünyanın sıkıntılı
hayatından Cennet’e götüren bir koridor gibi gösterir.
Böylece ölüm; çürüyüp yok olup gitmek değil, sadece bir
yer değiştirme, dünya hayatındaki imtihanın bitmesi
sebebiyle vazifeden ayrılma olarak görünür. İyilik ve
kötülüklerin karşılığı ahirete ertelenerek iyilerin ne
kadar samimi oldukları ölçülür. Kötülere de yapmış
oldukları kötü işlerden vazgeçmeleri için zaman tanınır.
Eğer ahirete imanın gereği olan Allah’a hesap verme
fikri olmazsa "Güçlü olan haklıdır" kaidesine göre
sorumluluk duygusunu kaybetmiş olanlar ve gücü ellerinde
bulunduranlar, haktan ve adaletten yana olamazlar.
Bunlar kendi zevk ve heveslerini ölçü kabul ederek
dünyayı ve sosyal hayatı Cehennem’e çevirebilirler.
Sevdiklerinin ölümü üzerine insanlar, büyük bir üzüntü
duymakla beraber ahirette iman duygusu ile teselli
bulabilir, bunalımlara düşmekten kurtulabilirler.
"O ölmekle yok olup gitmedi. Onunla tekrar buluşup
görüşme imkânının kaybetmiş değilim. Ebedi bir âlemde,
sonsuz ve ölümsüz bir hayatta yeniden ve bir daha
ayrılmamak üzere buluşacağım. Rabbim bunu vaat ediyor,
söz vermiş; O sözünden dönmez" diyerek teskin olurlar.
SORUMLULUK KAZANDIRIR
Öldükten sonra Allah tarafından diriltileceğine iman
eden ve dünya hayatında yaptığı iyilik ve kötülüklerinin
karşılığını göreceğine kesinlikle inanan bir insan,
kendisini Peygamber Efendimiz’in ahlak tarzına göre
ayarlar. Peygamber ahlakı ile ahlaklanmış insanlardan
meydana gelen bir toplumda huzur ve güven olur. İnsanlar
birbirlerine güvenerek iş yapar, birbirleriyle
ellerinden geldiğince yardımlaşır. Ahirete iman, insana
çok muhtaç olduğu sorumluluk duygusunu kazandırır.
Bu duygu; kendimize, vatanımıza, ailemize, milletimize,
insanlara, hatta hayvanlara karşı bile görevlerimizi
yerine getirmemizi sağlar. İnsanlar birbirlerine
güvenerek iş yapar, birbirleriyle ellerinden geldiğince
yardımlaşır. Cezalandırılma endişesiyle başkalarına
zarar vermekten, kötülük ve haksızlık yapmaktan
kaçınırız. İyi olan insanlar, dünyada alamadıkları
mükâfatlarını ahirette alma inancıyla mutlu olurlar.
Sıkıntı ve bunalımdan kurtulup sağlıklı bir ömür
sürerler.
GÖZÜNÜZÜ PARA HIRSI BÜRÜMESİN
Peki malını artıran bir insan ne yapmalı? Sürekli olarak
Allah’a şükretmeli, fakirleri, ihtiyaç sahiplerini
koruyup gözetmelidir. Hırs ve tama, gözleri kör eder.
İyi duyguları insanın içinden söküp alır. Beden ve
ruhtan ibaret olan insanda ruhun yani maneviyâtın izi
kalmaz. Kazanan insan verebilmeyi öğrenmelidir.
Allah rızasını en çok sevilen şeylerden vermeye bağlayan
dinimiz, böylece insanların hırs ve tama çukuruna
düşmelerini engellemeye çalışmaktadır. Bu çukur, öyle
derin ve pisliklerle dolu bir çukurdur ki, oraya düşen
insan cehenneme de düşebilir. Unutmayalım; Kâbil,
Hâbil’i hırsına yenik düşerek öldürmüştür. Böylece,
yeryüzündeki ilk cinayet, kanaatsizlik yüzünden
işlenmiştir, diyebiliriz.
Mevlânâ, Mesnevî’de şöyle der: "Oğul! Bağını kopar ve
kurtul. Ne vakte kadar altın ve gümüş bağında
kalacaksın? Denizi bir kâseye dökecek olsan ne kadar
sığar? Ancak bir günlük rızık miktârı. Hırs ve tama
ehlinin gözü doymaz. Halbuki sedef, kanaat gösterip
kapanmayınca içinde inci olmaz." İşte kanaatin ödülü
budur. Tam yerinde ve zamanında kalbini hırsa kapatan
kanaat ehli, inciye yani Allah rızasına erişecektir.
ÖRNEK HAYATLAR
Evvel zaman içinde, diyarların birinde Nuri Efendi
isminde bir zat yaşarmış. Nuri Efendi her sabah
besmelesini çeker, sağ ayağıyla ilk adımını atar, yola
koyulurmuş. Hanımının öğle vakti yemesi için hazırladığı
yiyecek paketini bir yoksulun evine bırakırmış. Ardından
camiye girer öğlene kadar vaktini ibadetle geçirirmiş.
Öğle namazını kıldıktan sonra da çarşıdaki işyerine
gidermiş. Günler haftaları, haftalar ayları, aylar
yılları, takip etmiş. Tam kırk yıl bu ahenk bozulmamış.
Evdekiler, Nuri Efendi’nin öğle yemeğini sabah yanına
aldığı azıkla dükkanda yediğini; dükkandaki yardımcıları
da "Nasıl olsa öğlende geliyor" diye evde yiyip de
çıktığını zannedermiş. Oysa Nuri Efendi, kırk yılını
oruçlu geçirmiş. Kırk yıl bir yoksul onun
getirdikleriyle karnını doyurmuş. Peygamber Efendimiz,
başka gölgenin bulunmadığı günde Cenab-ı Hakk’ın
gölgelendireceği yedi zümreden bahsederken ‘sağ elinin
verdiğini sol elinin duymadığı kimseler’i de sayar.
YENİ HAYIRLARA KOŞUN!
Kur’an-ı Kerim’de de "Sadakalarınızı başa kakma ve eza
ile boşa çıkarmayın." (Bakara, 2/264) buyrulur.
Cömertliğiyle yardıma koşan, düşmüşü kaldıran, çıplağı
giydiren, açı doyuran, manevi kemaliyle kendi de doymuş
birine sormuşlar:
"Efendi, bu kadar hayr ve hasenat yaparken hiç gurura
kapılmaz, kendinizi yardımda bulunduğunuz kimselerden
üstün görmez misiniz?" "O nasıl söz?" demiş, "Hiç
aşçının elindeki kepçe ben insanları doyuruyorum diye
gurura kapılır mı? Ben bir kepçeyim. Allah, ihsanını
kullarına benimle dağıtıyor." Malla, bilgiyle, bedeni
olarak bir kimseye yardım ettiniz, en azından
tebessümünüzle gönül aldınız; geçin gidin. Orada
takılmayın, yeni hayırlara koşun.
Yaptıklarınızı başkasına söylemek bir yana kendiniz dahi
kaydını tutmayın. Ne mal sizin, ne ilim sizin, ne de
bedeniniz gerçekte size ait. İkram sahibi cömertliğine
sizi vesile kılmışsa en büyük şerefe ulaştınız demektir.
Sakın kendinizi onun yerine koyup da "Bu iyilik benden"
demeyin.
Hazırlayan: Ali İhsan ER
Bugün Gazetesi
19.06.2009 |