Vergi sorularına cevaplar
Bir
süredir gelen mektuplar aslında ülkemizdeki bazı temel
vergi problemlerini ve anlayışını da ortaya koymakta.
Bunların bir kısmı yorum bir kısmı ise sorular şeklinde.
Bu nedenle verilecek cevaplar hem bilgi talep eden
okurlar, hem de diğer ilgililer bakımından bazı sonuçlar
çıkarılması gereken önemde bulunmaktadır. Cevap arayan
herkese hitap edebilmek ve aynı soruları önleyebilmek
amacıyla bu yazıyı cevaplara ayırdık.
1. Öncelikle Varlık Barışı düzenlemeleri kapsamında
başvuru süresinin ne zaman dolacağı konusu birçok kişi
bakımından açık gözükmüyor. Dolayısıyla soru başvuru
süresinin ne zaman dolacağı şeklinde.
www.muhasebenet.net
Geçtiğimiz pazar günü Sayın Şükrü Kızılot yazısında bu
konuyu işledi. Dikkatli okurlarımın da hatırlayacağı
üzere daha önce birçok yazımda bu konuyu gündeme
taşımıştım. Anlaşılan halen bu tarih karmaşası bazı
mükellefler için devam etmektedir. Bu günlerde süreyi
uzatmayı düşünen Maliye Bakanlığı bakımından da
yapılacak düzenlemede kullanılacak ifadeler hiç değilse
bu sefer doğru yazılabilir.
5811 sayılı Varlık Barışı Kanunu ile bu kanunda
değişiklik yapan 5917 sayılı kanun düzenlemeleri
bakımından '30 Eylül 2009'a kadar' ifadesi yanında diğer
tarihler bakımından da aynı mantık kullanılarak 'kadar'
ifadesi ile bitirilmektedir. Kadar ifadesi
kullanıldığında bu sefer 30 Eylül bu süreye dahil mi
sorusu akla gelmektedir. Kanun metni esas olduğundan 30
Eylül 2009'a kadar ifadesi 30 Eylül gününün dahil
olmadığını göstermektedir. Oysa bu konuda çıkarılan 3
numaralı genel tebliğde 30 Eylül tarihi de bu süreye
dahil edilmiştir. Bu doğru değildir. Süre 29 Eylül 2009
günü sonunda sona ermektedir. Aksine yapılan bu yorum
kanun koyucunun iradesini değiştirmek anlamına
geleceğinden hukuken bir bağlayıcılığı bulunmamaktadır.
Eğer kanun koyucu bu tarihi 30 Eylül akşamı olarak
düşündü ise bunu kanun metnine de yansıtmak ve tarihi,
örneğin, 1 Ekim 2009'a kadar yazmak gerekirdi. Bu
durumda tebliğ ile getirilen ifade hatalı olup,
mükelleflerin ve idarenin 29 Eylül 2009 akşamına kadar
yapılacak başvuruları dikkate alması gerekmektedir.
www.muhasebenet.net
Burada hep üzerinde durduğumuz kanun yazma tekniğinin
önemi bir kere daha anlaşılmaktadır. Bu teknik bilgi
olmadan, bazı terimleri doğru ve yerinde kullanmadan
yapılan düzenlemelerde daha sonra mutlaka problemler
yaşanmaktadır. Bu durum ilk değil. Yakın zamanda bazı
uygulamaları oldu. 16.6. 2009 tarihli yazımda şunları
yazmıştım:
"Gelir İdaresi Başkanlığı 12.6.2009 tarihinde
yayınladığı 7 numaralı Özel Tüketim Vergisi Sirküleri
ile aşağıdaki açıklamayı yapmıştır: "16/3/2009 tarihli
ve 27171 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan 13/3/2009
tarihli ve 2009/14802 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile
15/6/2009 tarihine kadar uygulanmak üzere; bazı mallarda
uygulanan KDV ve ÖTV oranlarında değişiklikler
yapılmıştır. Söz konusu kararname ile belirlenen
oranların uygulanma süresi 15/6/2009 tarihine kadar
olduğundan, 15/6/2009 tarihinde yapılan işlemler için de
bu kararnamede belirlenen oranlar uygulanacaktır."
Görüldüğü üzere bir Bakanlar Kurulu kararı ile
belirlenen vergi oranlarının uygulanma süresi bir
sirkülerle uzatılmaktadır. Bu şu demektir. Resmi
Gazete'de yer alan karardaki Cumhurbaşkanı'nın imzasını
da dahil edersek Cumhurbaşkanı, Başbakan ve 25 bakan
tarafından imzalanan bir metin ve TC Anayasası'nda yer
alan kurallar Gelir İdaresi Başkanı'nın imzası ile
değiştirilebilmektedir." Bu artık sözün bittiği yerdir.
Aynı zamanda mükellef haklarının ve hukukun da.
Bu yazının hemen sonrasında bu durumda bir gelişme olmuş
ve bunu 23.6.2009 tarihli "Yap boz tahtası" başlıklı
yazımda şöyle belirtmiştim:
"…Gelir İdaresi Başkanlığı 12.6.2009 tarihinde
yayınladığı 7 numaralı Özel Tüketim Vergisi Sirküleri
ile 13/3/2009 tarihli ve 2009/14802 sayılı Bakanlar
Kurulu kararını değiştirmiş, söz konusu kararname ile
belirlenen vergi oranlarının uygulanma süresi 15/6/2009
tarihine kadar olduğu halde, 15/6/2009 tarihinde yapılan
işlemler için de bu kararnamede belirlenen oranlar
uygulanacaktır demek suretiyle uygulama süresini bir gün
uzatmıştır. Gelir İdaresi bu uygulamayla hukuk
ilkelerini de ihlal ederek hukuka aykırı bir uygulamaya
imza atmıştı. Biz bu satırları yazdıktan hemen sonra
yeni vergi oranları ile ilgili yeni bir düzenleme
yapıldı. Bu sefer 2009/15081 sayılı Bakanlar Kurulu
kararı ile yapılan değişiklikler için "…30/9/2009
tarihine kadar (bu tarih dahil)..." ifadesi metinde yer
almıştır. Böylece Bakanlar Kurulu daha sonra Gelir
İdaresi Başkanlığı'nın kendi iradelerini bile değiştiren
hukuka aykırı düzenlemelerinin önüne geçmiştir. Bununla
birlikte bir Bakanlar Kurulu kararında kullanılan ifade
de dilbilgisi bakımından hatalıdır. Bu tarih dahil
ifadesi yerine, örneğin, 1 Ekim 2009 tarihine kadar
ifadesi kullanılabilirdi. Bunun yerine hem 30 Eylül 2009
tarihine kadar ifadesi kullanılmış hem de bunun yanlış
olacağı farkedilerek parantez içinde bu tarih dahil
denmiştir. Bu metinler neden böyle hatalı yazılır, bir
kontrol edeni yok mudur? Aynı hatalar kanun metinlerinde
de yapılmaktadır. Sonra problemler ortaya çıkmakta, konu
yargıya taşınmaktadır. Bu nedenle hukuki metinlerin
yazılması sırasında yapılması gereken kontroller mutlaka
ve ciddiyetle yapılmalıdır."
Görüldüğü üzere bu tür yanlışlar sadece sirküler ve
genel tebliğlerde değil, Bakanlar Kurulu kararları ve
kanunlarda da yapılmaktadır. Bu nedenle yapılan
düzenlemeler öncesinde bunları kontrol edecek, konuya
hakim kişilerden oluşacak komisyonların oluşturulması
gerekmektedir. Özellikle de vergi gibi hassas konularda
kullanılan terimler çok önemlidir. Yukarıda verdiğimiz
örnekler dışında bugün birçok vergi metninde benzer
hatalar bulunmakta, gereksiz birçok olumsuz işlem ve
sonuca yol açmaktadır. Sonuç mükelleflere ve yargıya
yeni yüklerdir.
2. Bu kapsamda yine önemli bir soru da kanun
düzenlemeleri ve tebliğ açıklamaları arasında farklar
bulunduğu zamanlarda mükelleflerin idareye yaptığı
başvurularda tebliğ düzenlemelerinin esas alındığı ve bu
durumda neler yapabilecekleri noktasındadır.
Bu durum da bir bakıma yukarıdaki örneklerle
bağlantılıdır. Anayasamız'da yer alan hukuk devleti
ilkesinin bazı sonuçları vardır. Üzerinde ciltler dolusu
kitap yazılan ve yazılabilecek olan bu tür hukukun temel
ilkeleri bir ülkede yapılan düzenlemelerin de belirli
kurallara tabi olmasını gerektirir. Çok derinine
girmeden cevaplamak gerekirse sözkonusu düzenlemeler
normlar hiyerarşisine tabidir. Bu durumda, örneğin,
kanun Anayasa'ya genel tebliğ de kanuna aykırı olamaz.
Oysa verdiğimiz örneklerde görüldüğü üzere tebliğ
düzenlemeleri kanuna aykırıdır. İdareye yaptığınız
başvurularda da kanun hükümleri esas olarak
uygulanmalıdır. Buna aykırı sirküler veya genel tebliğ
hükümleri uygulanamaz. Bu durumda ya yargı, örneğin,
genel tebliğ ile getirilen düzenlemeyi iptal eder, ki
avans kâr dağıtımında bu durum yaşanmıştı, ya da idare
kendisi bu düzenlemeyi değiştirir. Bu konuda idare
gerekli adımı atmaz ve yanlış durumu düzeltmezse yargı
devreye girer ve gerekli adımı atar. Sizler hakkında
vergi konusunda eğer kanuna aykırı bir tebliğ
düzenlemesi uygulanmak isteniyorsa dava açmanız
gerekecektir. Eğer sözkonusu hüküm sizin hakkınızda
uygulanır ve siz yargı yoluna gitmezseniz bu tamamen
sizin hatalı uygulamayı kabul etmeniz demektir.
Dolayısıyla seçimi sizler yapacaksınız.
Hukuk düzeninde kanun ve anayasalar dışında uluslararası
anlaşma ve sözleşmeler, yargı kararları yanında hukukun
evrensel prensipleri de belirleyici rol oynamaktadır.
Normlar hiyerarşisi bozulduğu zaman artık hukuk düzeni
de bozulmuş olur. Sadece şeklen hukuk devleti olmak
değil, yapılan uygulamalar bakımından da hukuk devleti
olmak gerekmektedir. Vergiler bakımından da durum böyle
olmalıdır.
Belirtmiş olduğunuz yazıyı ben de okumuş ve özellikle
not almıştım. Bu kadar önemli bir konuda, sürekli yazı
yazan ve uygulamada yol gösteren kişiler de hatalar
yapabilmektedir. Hukuk bilmek bu nedenle önemlidir.
Sözkonusu yazıda yer alan "Türk hukukunda sadece yasalar
bağlayıcı sayılırken yasa yapış metodolojisinde, Kıta
Avrupa'sının aksine, yasaların üstünde yer alan ve yol
gösteren bir üst norm kategorisi de yok" ifadesindeki
hataları düzeltmekle uğraşmak yerine sizlere bu konuda
yazdığım 18.8.2009 tarihli "Oyunun kuralları" başlıklı
yazımı belirtmekle yetiniyorum.
3. Son günlerde Doğan Grubu şirketlerine kesilen cezalar
bakımından kimin haklı olduğunu soran okurlara:
İdare yaptığı vergi incelemeleri sonucunda eğer hukuka
aykırılıklar saptarsa bu konuda hazırlanacak rapor
sonrasında gerekli cezaları da kesecektir. Burada çok
önemli olan bir husus raporları hazırlayan inceleme
elemanlarının Vergi Usul Kanunu hükümleri kapsamında
hareket etmeleri ve o mükellefin vergi ödevlerini yerine
getirmediğini ispat etmeleri zaruretidir. Kanun bu
konuda ispat yükünü idareye vermiştir. İncelemeyi
yapanlar hukuken bu ispat görevini yerine getirmek
zorundadır. Bunu yaparken de sadece duygu, düşünce ve
tahminlerini değil, hukuken geçerli delilleri kullanarak
raporlarını oluşturacaklardır. Zaten şu anda görünen bu
konuda bir sıkıntının olmasıdır. Mevcut kanun
düzenlemeleri ile şirketlerde eksik olduğu belirtilen
hususlar birbiriyle uyuşmamaktadır. Bu konuda inceleme
raporlarında eskiden beri en fazla olan durum da budur.
İdare konuyla ilgili bazı tahmin ve düşünceleri hukuken
ispat olarak kabul etmektedir. Oysa bunun şartları
vardır. Bu şartlar yerine getirilmedikçe o rapor da
eksik ve hatalı olacaktır. Bunun yanında yapılan
yorumlarla da bazı sonuçlara varmak doğru değildir. Zira
bazı kanun hükümleri yoruma yer vermeyecek derecede
açıktır. Aksine, hukuka uygun olmayan, ispat edilemeyen
durumlara dayanan, şahsi görüş yansıtan ibarelerin esas
alınarak bazı sonuçlara varılması vergi raporlarına olan
güveni ortadan kaldırdığı gibi bu konuda titiz davranan
bazı inceleme elemanları ve de özellikle idare
bakımından hiç de hoş olmayan intibalara yol açmaktadır.
Hakan ÜZELTÜRK
VERGİ ve HUKUK
huzelturk@superonline.com
15.09.2009
|