Kefilli alacaklarda
şüpheli alacak karşılığının ayrılması
Geçen aylarda "Kefillikten Doğan Alacakta Karşılık"
başlığı altında, bir şirketin bir diğer şirkete kefil
olup da ödeme güçlüğü sebebiyle asıl borçlunun yerine
borcu ödemek zorunda kalması halinde, alacaklının yerine
geçerek asıl borçlu şirkete karşı şüpheli alacak
karşılığı ayırıp ayıramayacağı konusunu ve grup
şirketlerinin birbirlerine kefil olup olamayacaklarını
irdelemiştim.
Söz konusu yazımda grup şirketlerinin kefalete istinaden
birbirlerinin yerine ödeme yapabilecekleri, bu şekildeki
ödemeleri sonucu alacaklıya halef olarak birbirleri
aleyhine takip yapabilecekleri ve bu durumda şüpheli
alacak karşılığı ayırabilecekleri sonucuna varmış; ancak
yargının, şirketlerin iştirak veya grup şirket
ilişkisinin olmadığı, yani gruba karşı 3. şahıs
mevkiinde olan şirketlere kefil olunması ve kefil
sıfatıyla ödemede bulunulduktan sonra asıl borçlu şirket
aleyhine takip yapılması halinde, kefalette ticari
faaliyetle illiyet bağının olmaması sebebiyle karşılık
ayıramayacakları görüşünde olduğunu da belirtmiştim.
Bu yazımla ilgili pek çok elektronik posta aldım. Gelen
postaların bir kısmında, özellikle bankaların bir grup
şirketine kredi verirken grubun diğer şirketlerinin de
müteselsil kefaletini aldığı belirtilerek, asıl borçlu
şirketin ödeme yapmaması veya yapamaması sebebiyle
borcun bir kefil şirket tarafından ödenmesi halinde,
şüpheli alacak karşılığı ayrılabilmesi için bu ödeyen
şirketin asıl borçlu şirket aleyhine takip yapmasının
yeterli olup olmadığı; yoksa burada diğer kefil
şirketler aleyhine de icra takibi yapılmış olunması
koşulunun aranıp aranmayacağı sorulmaktadır. Ben de bu
soruyu araştırmaya değer buldum ve vardığım sonuçları bu
yazımla aktarmak istiyorum.
Ödemeyi yapan kefil şirket, yaptığı ödeme ölçüsünde
alacaklının haklarında, ona halef olur (Borçlar Kanunu
Madde 496). Ödemeyi yapan ve alacaklının haklarına halef
olan, bir diğer deyişle alacaklının yerine geçen şirket,
asıl borçluyu bütün diğer müteselsil kefillerle birlikte
takip edebileceği gibi önce asıl borçluyu takip edip
ondan alacağını alamazsa veya alamadığı tutarda diğer
müteselsil kefillere de müracaat edebilir. Bu konu
ödemeyi yapan şirketin yönetim kurulunun takdirindedir.
Burada yönetim kurullarını, belli bir yönde hareket
etmeye zorlayan bir yasa hükmü yoktur.
Yönetim kurulunun takdirini önce asıl borçlunun takip
edilmesi yönünde kullanmakla, dava veya icra takibine
başvurmakla birlikte bilanço günü itibariyle şüpheli
alacak karşılığı artık ayrılabilir.
Burada diğer müteselsil kefillerin varlığı sebebiyle
alacağın teminatlı durumda bulunduğunu ve teminatlı
alacaklar için şüpheli alacak karşılığı ayrılamayacağını
savunmak, bu günkü mevzuat karşısında bize göre mümkün
değildir. Kaldı ki, 6183 sayılı Amme Alacaklarının
Tahsil Usulü Hakkında Kanun'da da teminatlar 10. maddede
sayılırken, şahsi kefalet 11. maddede düzenlenmiştir. Bu
nedenle şahsi kefaletler teminat olarak kabul edilmek
suretiyle şüpheli alacak karşılığı ayrılamayacağı da
söylenemez.
Nitekim benzer bir ihtilafta, Danıştay 4. Dairesi
E.2002/4579 K. 2004/355 sayı ve 2.3.2004 günlü kararı
ile "kefilli alacaklarda kefaletin alacağı teminatlı
kılmayacağı, asıl borçlu hakkında yapılan takip
dolayısıyla şüpheli alacak karşılığı ayırma hakkının
şahsi kefalet teminat olarak nitelendirilerek ortadan
kaldırılamayacağı" yönündeki İstanbul 3. Vergi
Mahkemesi'nin E.2001/813 K.2002/1178 ve 20.6.2002
kararını onamıştır.
Yargının bu pek yerinde ve haklı anlayışına göre de asıl
borçlu aleyhine yapılan takibe dayanarak şüpheli alacak
karşılığı ayrılması açısından, şahsi kefalet teminat
olarak kabul edilemez. Şahsi kefaletin teminat olarak
nitelendirilemeyecek olması sebebiyle de kefillerin
ayrıca takip edilip edilmediği hususu da karşılık
ayrılması açısından önem taşımaz. Kaldı ki, burada
kefalet olarak nitelendirilen husus, Borçlar Kanunu'nun
488 ve 496. maddelerinden kaynaklanan rücu hakkından
ibarettir. Rücu hakkının ise teminat olarak görülmesi
ise mümkün değildir.
Ancak değersiz alacaklar açısından konuya yaklaşılırsa,
sonuç farklı olacaktır. Şahsi kefaletin varlığı ve
kefillerin takip edilip edilmediği, şüpheli alacak
karşılığı müessesesi açısından önem taşımıyorsa da
değersiz alacaklar müessesesi açısından önem taşır. Bir
alacağın değersiz alacak olarak nitelendirilebilmesi
için, kefillerin de takip edilmiş ve o takiplerin de
semeresiz kaldığının aciz vesikası ile kanıtlanmış
olması gerekir.
Bumin Doğrusöz
06.08.2009 |